O, bugün çok heyecanlı. Akşama, Cenevre’den gelecek eşini karşılayacak. Daha sonra Londra’dan kızı, sonra da Ortadoğu’dan oğlu gelecek. Tüm aile bireyleri, 2 milyar Hristiyan dünyasının özenle kutladığı Noel bayramını beraber geçirecek. Bugün akşamki Noel yemeğinde ‘barış ve hoşgörü’ için kadehler birlikte kaldırılacak. Yarın Noel bayramı. Bir kucaklaşma, pir kucaklaşma. Küçükler, büyükleri öpecek, büyükler küçükleri kucaklayacak. Işıltılı çam ağacının dibinde hediyeler açılacak. Bildiğiniz bayram yani. İster ‘yeni yıl’ deyin, ister ‘Christmas’, ister ‘Noel’. Müslüman dünyasında yaşayan birçok insan da takvimler 2009’a ‘elveda’ derken, yani 31 Aralık gecesi aynı şeyleri yapacak. Kimi ateistler de, kimi Budistler de. Kimi inananlar da, inanmayanların birçoğu da. Herkeste ama herkeste 2010 heyecanı var. Gıcır gıcır bir yılımız olmasına çok az kaldı. Gıcır gıcır umutlarımız, gıcır gıcır planlarımız, gıcır gıcır hedeflerimiz…
Umut, plan, hedef, heyecan…Hepsi ama hepsi, paylaşınca güzel işte. Yeter ki seni anlayan, seni bilen, seni dinleyen, sana kulak veren, senin kalp çarpıntına ortak olan, seninle aynı ruhu yakalayabilen biriyle paylaş. İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Budist, ister ateist. Ne farkeder. Paylaşabileceğine inandığınla paylaş. O da, buna inandığı için benimle paylaştı. Benim aracılığımla, benim okurlarımla paylaştı. Avrupa’yla Türkiye’yi buluşturduğunu, İsveç halkıyla Türk halkını kaynaştırdığını düşündü. “Bayram günündeyiz” dedi, “barış ve hoşgörü” mesajı verdi.
Evet. İsveç’in “Türkiye hayranı” Ankara Büyükelçisi Christer Asp’la bu kez Noel öncesinde buluştuk. Noel öncesi 2009’un son konuğu olduğum evinde, ışıl ışıl bir yeni yıl ağacına birlikte sarıldık. Ben öyle bir moddayım ki son dönemde, işin içinden çıkamıyorum. Sanki Türkiye’de demokrasi sürekli kan kaybediyor, daha çok insan hakları ve barış için zar zor asıldığımız Avrupa Birliği (AB) treni yine kaçıyor, ülkede kötü kötü savaş rüzgarları esiyor, Kürtler mi haklı, Türkler mi saldırgan, Türkiye’de neler oluyor diyorum. Sonra tek tek toparlıyorum. Demokrasimiz çok genç, çok kırılgan. Konuşa konuşa öğreneceğiz diyorum. Yeter ki insanlar konuşsun, yeter ki tartışsın. Yanlışlar düzelir mi, umut var mı, Türkiye’de gerçekten reform yapılıyor mu, ilerliyor muyuz, geriliyor muyuz?
Büyükelçi Asp, 4 yıl önce geldiği Türkiye ile bugünkü arasında dağlar kadar fark olduğunu söyleyip, bana umut vermeye çalışıyor: “Hilal, inan. Hiç şüphem yok. Senin de olmasın. Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları uğruna girdiği AB yolundan çıkması, başka başka yollara sapması mümkün değil. Sağlıklı her toplumun geçirmesi gereken evreler yaşanıyor. Ne güzel ki, insanlar konuşuyor. Ortaya bir sürü fikirler çıkıyor. Türkiye, tarihinin en reformist dönemlerinden birini yaşıyor.”…Dahası var, dahası var…!
Büyükelçi Christer, “Son 6 aydır AB Dönem Başkanı olarak Türkiye’yle üyelik müzakereleri yürüten Avrupalı bir diplomat bu kadar mı pembe tablo çizer. Bu kadar mı Polyannacı olur” diye düşündüğümü söylememe gerek kalmadan beni anlıyor olacak ki, AB’ye üye olmak için ülkelerin ne kadar sancı çektiğini anlatıyor bir bir. Acı çekmeden, başarı yok. Emek olmadan hiçbirşey olmuyor. Kötü bir depremin ardından insanlara yardım etmek için gittiği Puket Adası’nda 8 ay kaldıktan sonra 2005 başında Türkiye’ye geldiğini anlatırken “Onca zor bir zamandan, zor bir mekandan sonra Türkiye’de hayat buldum. Türkiye benim ikinci evim ve Türkiye’nin gittikçe AB’ye yakınlaştığına inanıyorum” diyor.
Oh be ! Canımız sıkılınca siyasi parti falan kapatıyoruz, kadın-erkek eşitliğinde hep sınıfta kalıyoruz, altta kalanın canı çıksın felsefesine yapıştıkça yapışıyoruz gibi ama görüyorsunuz halen şansımız var. Bunu ben değil, Türkiye’de dolu dolu 4 yıl geçirmiş, çoğu zaman gözümüze ‘yalnız ama güzel’ görünen ülkemizi adım adım dolaşmış, insanlarımızla konuşmuş, yöneticilerimizle tartışmış Avrupa’nın demokrasideki doymuş yağ oranı en yüksek ülkelerinden biri olan İsveç’ten uzman bir büyükelçi söylüyor. Son 6 altı aydır AB dönem başkanı İsveç adına Türkiye ile demokrasi, insan hakları pazarlığı yapan bir müzakereci söylüyor. Hatta, “Neden Türkiye’ye yerleşmeyeyim ki, emekli olunca. Bu ülke gerçekten çok güzel. Haydi biraz farkına varın. Demokrasi ve sivil haklar için daha çok çalışın. Karşılığını mutlaka alacaksınız. Sorun, sorgulayın. Yılmayın” diyor.
Evet, kimbilir belki de 2009’da çok acılar yaşadık, çok kırıldık ya da üzüldük. Ama bir o kadar sevindik, bir o kadar güçlendik. Güneşi, yazı, kışı gördük. Bölündük ama toparlandık. Yargılandık ama belki aklandık. Darbe aldık ama yeniden ayağa kalktık. Şimdi yeni bir yılımız olacak. 2010’nun daha iyi bir yıl olması için elimizde kapı gibi bir nedenimiz var. Umutlarımızı yeniliyoruz. Madem bayram var ortada. Noel bayramı.
I wish all my friends a Merry Christmas….Mutlu Noeller… !!! Christer, bayram diye önce pembe tablo çizdi anlaşılan ama sancıları da not edeceğiz ki, kayıtlara geçsin di mi... Öyleyse, devamı bir sonraki yazıya…