30 Aralık 2010 Perşembe

Kim yakın, kim uzak. ! Bye Bye Sarel.. UBUNTU. !


Uçtu, gitti Sarel. Pretoria’ya kondu. Bizi özleyeceğini anlatan bir mesaj bile yazdı facebook’una. “Hayat, Güney Afrika’da devam ediyor”işareti koydu mesajın içine. Ya ben, ya ben ne yaptım?

Sarel’e veda için benim çikolata büyükelçim Tebogo Seokolo’nun güzelim rezidansında verdiği resepsiyona ilişkin bir not düşemedim şuraya. İçim acıdı evet, “Sarel gitti” diyemedim kendime. Ona sarılınca kendiliğinden boşalan gözyaşlarımı kimseyle paylaşmak istemedim. Belki ama belki... Ama asıl nedeni şudur benim sevgili blogum: Araya hayat girdi, hayat. 

Ama yakaladım işte. 2010 gitmeden, Sarel’i 2010 fotoğrafının içine yerleştirme fırsatını yakaladım. Hatta bu fırsatı yakaladığım şu anda, Sarel’in 2011 fotoğrafının içinde de olacağını hissettim. Doğal, çok doğal. Güney Afrika eminim 2011’de de kalbimin köşesinde olacak. Bana her gün ‘yaşam enerjisi’ gönderen o ülke. Benim güzel Rene’min yaşadığı ülke. Siyahlarla, beyazların dünyanın en güzel renkleri olduğunu anlatan ülke. 

Seni görüyorum Güney Afrika. I see you. Çok uzaklardaki kalbimin öteki parçası ne kadar yakınsa bana, sen de öyle yakınsın. “Nedir bu mesafeler, uzaklıklar kalpler arasında” diye isyan edenler 2011’de buluşsun istiyorum. “Önce ben” diye de parmak kaldırıyorum. Ve yazıyorum işte:  “Kimi uzaktakiler bize ne kadar da yakın, kimi yakındakiler bize ne kadar da uzak...” 

Böyle olacak biliyorum 2011. Mesafeler uçup gidecek,  gerçek yakınlar arasında. Mesafelerin önemi daha iyi kavranacak. Ölçülebilir olanlar, ölçülemeyenleri yenik düşürecek. Bu fotoğrafı boşa çektirmedik galiba. Fiziki yakınlıklar çoğu zaman fotoğraflara yansısa da, fiziki uzaklıklardır bizi bizden alan diyor... Gerçek yakınlıklar diliyorum. Evet, 2011 için budur dileğim... budur...!

8 Aralık 2010 Çarşamba

Müslümanı, Yahudisi, Urum'u.. Happy Hanukkah yaniii... iyi bayramlar


“Tanrım, halkımızı her zaman kurtaran mucizeleri yarattığın için sana teşekkür ederiz.”

“Tanrım sana Hanukkah ışıkları için teşekkür ederiz. Bu ışıklar bize hürriyetimizi koruma cesaretini versin.” 

“Tanrım, ailemizin bu mutlu günde toplanmasını sağladığın için sana teşekkür ederiz.”

Bunlar ilk gün duaları. İlk gün mumları. Bu dileklere kim ortak olmaz ki, diye düşünmeden edemedim. Pek de farkımız yok birbirimizden. Ama onlar Yahudi, biz Müslüman. Ama beraberiz işte. Din dediğimiz şey garip birşey, hem birleştirici hem ayırıcı.

Evet, Yahudiler bu ara ‘ışık bayramı’ ya da ‘aydınlanma bayramı’ da dedikleri Hanukkah Bayramı'nı kutluyorlar. Geleneksel olarak hemen her yılın son günlerine denk gelen Hanukkah Bayramı, aslında 2 bin yıl önce Yahudilerin Helenlere karşı mücadelesini anlatıyor.

Amid var İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’nde. Sanki onunla yıllardır Hanukkah kutlar gibiyiz. İşte yine bizi evinde biraraya getirdi. Kim der ona sadece bir diplomat. Basın işlerinden sorumlu bir diplomat. Belki de daha ötesi. Ama bu Ankara'daki son Hanukkah'sı. Taktı kafasına kipayı, eşi ve çocuklarıyla başladı Hanukkah duaları etmeye. Çoğu Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman konuklar da, onların dualarına eşlik etti. Mumlar yanıyor ışıl ışıl ve insanlar mucizeler için Tanrı’ya teşekkür ediyor.

Mucize var mı? Sormasam daha iyi. Herkesin mucizesi kendine. Nasıl herkesin Tanrı’sı kendineyse. 

Yahudiler M.Ö 175 yılında Helen ordularının taarruzu ve tacizi altındaymışlar. Helenler her yeri yakıp yıkarken, Yahudiler de taarruz altındaki kutsal mabedlerine girip kandil yakmak istiyorlar. Giriyorlar da. Ama sadece bir güne yetecek kadar yağ buluyorlar. Ve fakat bir mucize gerçekleşiyor ve kandil 8 gün boyunca yanıyor. Yani, o günden bugüne Hanukah mumları yılın bir dönemi tam 8 gün boyunca yanıyor. Bayram günleri bu. Mumlar yanarken, bir yandan mucizelerin arkasında hep Tanrı’nın yer aldığı hatırlanıyor, diğer yandan da yağın suya karışmadığı gibi Yahudilerin de her zaman asimilasyona karşı duracağı vurgulanıyor. 

Madem bayram günü. Türkiye kökenli İsrail Büyükelçisi Gaby Levy’le ve Amid’le bir fotoğraf çektirelim değil mi. Sonra özel Hanukkah tatlılarından yiyelim. Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım. Haaa, bir de teşekkür edelim. Ne için mi? Yanan mumlardaki ışığı görme yeteneğimiz için, içimizde oluşan sıcak duygular için.... Edelim işte...

5 Aralık 2010 Pazar

Hiiiişşşş,,, kaç yaşındasın... Happy b-day Tebogo.... !


İki yıldan fazladır Ankara’dasın ve seni gören herkes “Kaç yaşındasın” diye soruyor? Bu Türkler’de yaş takıntısı var. Küçüksün, büyüksün, yaşlısın, göstermiyorsun ya da çökmüşsün. Konuşacak başka konu mu yok. Yok? Sinirlendirdiler beni Hilal, çok sinirlendirdiler. Hayır ya, küçük filan değilim. Bak kocaman adamım, büyükelçiyim ben. Bak, bu doğumgününden sonra yaş mevzuunu bir kenara atıyorum.

At Tebogo, at. Takma sen onlara kafayı. Ama Tebogo, sen gerçekten hiç göstermiyorsun. Böylesi bir bebek surata sahip ol, sonra büyükelçi ol, hem de bu yaşta. Belki senin gibiler sokakta ip atlıyor, misket oynuyor. Hilal, döverim seni. Sen de hiç göstermiyorsun o zaman. 

Günlerdir Tebogo için yaptığımız doğumgünü hazırlıklarından sona nihayet o kutsal kutlama günündeyiz. Evdeyiz, bizbizeyiz. Yaş 40 ama adama bak. Bir gram yağ yok. Bir çizik, bir kırışık. Üstelik çikolata. Mumları söndürüyoruz ve konuyu kapatıyoruz. Ey Ahali, duydunuz mu? Tebogo 40 yaşında. Evet, Güney Afrika Büyükelçisi. Yıllardır büyükelçi hem. Valla, çikolata farkı olabilir bu...Haydi keselim pastayı, keselim. Birlikteeee... Bensiz pasta kesemez.  Bu kaçıncı pasta keserken fotoğrafımız ama olsun daha yenilerini, hep yenilerini istiyoruz. 

Bir bay Hilton var orda. Pastayı o getirmiş. Hilton’un yöneticisi. Pastanın özel bir kek olduğunu söylüyor. Yalancısın diyorum. Hatta pintossun. Ucuza getirmişsin. Adam 40 yaşına girmiş, şu getirdiğin pastaya bak. Valla dedikodu yapacağım, banane. Escart, adamım. Octoberfest’te İsviçre büyükelçisinin 19 yaşındaki kızını herkesin gözü önünde öpen Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Escart. Konuş canım: “Pastanın ne önemi var. Kesin gitsin. Bir yıl daha büyümek, zenginlik. Zenginleşiyorsun Tebogo”

Babaannem olsa, bu kadar şeker olur diyeceğim ama o babaanne değil.  Sevgili Fin Büyükelçi Kirsti. Gözü ısırdı beni bir yerden. Ciddi diplomatik analizlerime bayıldığını söyleyip, iltifat ediyor bana. Tamam buluşalım. Tamam, Wikileaks konuşalım. Yani dedikodu yapalım bir gün. Bizim Tebogo’nun amma Avrupalı arkadaşı varmış. Ben doğumgünü kutlasam, bu kadar insan gelmez. Herkes, “Yaşlıyım ama mutluyum” havasında. Tebogo yaa, yiyoruz içiyouz da... Sen gerçekten mutlu musun? Nedir bu 40? Cesur olmalıyız, cesur. Her yaşın keyfini çıkarmalıyız. Ama karar var. Daha çok eğleneceğiz. Hem çok çalışacağız, hem çok eğleneceğiz. Hayatı yaşarken pintos olmayacağız kendimize karşı. Daha çok ‘Seni Seviyorum’ diyeceğiz, sevdiklerimizin gözünün içine baka baka... Tamam Tebogo, tamam.. Mutlu yıllar... happy b-day...!


2 Aralık 2010 Perşembe

1 WikiLeaks molası... I have only one secret... Victoria Secret...


Günlerdir wiki wiki, wiki... Olan oldu tamam da, peki bundan sonrası? Güneşli yine Ankara. Kahve,  yine sade. “Biraz küslük olacak Amerikalı diplomatlarla, sonra herşey eskisi gibi. Biz biraz tamirci olacağız. Ne işler yapmadık ki...” Acımak istiyorum ama acıyamıyorum bu Amerikalı diplomata. Ama canımı sıkıyor üzerinde durduğumuz spekülasyonlar. “Clinton istifa etse bana ne, etmese kime ne” diye bağırasım geliyor.... Tam o sırada Bach çalıyor. Yani telefonum. Kalbimin melodisi imdadıma yetişiyor. 

Evet Moi, evet. Kurtar beni bu sıkıcı Wikileaks diplomasisinden. Sıkıldım, sıkıldım uçmak istiyorummmm, yalın ayak yere basmak istiyorummmm,,,, ne eksiğimiz var çiçekten böcekten, ben de onlar gibi coşmak istiyorummmm.... Bu ne..? Moi’cim, sana Sezen Aksu parçası öğretiyorum. Sevdin di mi, tekrarını yapacağız merak etme.  Haydi, bay bay monşer... Sade kahve için teşekkürler... 

Kendimi bir monşer sohbetinden kurtarıp da, Moi’ye kavuşmam saniye bile sürmedi sanki. Nereye gidiyoruz? Isabel’le buluşmaya. Chanel’leri kontrol edeceğiz. Bu monşer eşlerinin durumu da ayrı bir analiz konusu tabii ki. Moi, benim çatalkaram çingenem diyeceğim değil. O bir siyah Güney Afrikalı.  Kadının elini, soğuk sudan sıcak suya sokturmuyorlarmış o da çok sıkılıyormuş. Yaaa Moi, saçmalama diyesim var ama. Ama yok. Sana evler, hizmetçiler veriyorlar ama mutsuz oluyorsun. Hiiii, içim parçalandı şimdi. Arada kocasıyla birlikte sağda solda boy gösteriyor ya. İyi işte. Amaan sıkıcı. Sanırım hiç bir büyükelçi eşi Moi kadar samimi şekilde duygularını göstermez. Hava basar. Ahhhh şekerimmm...çok iş var, çoook... Hadi leeeeeen... !

Isabel sıkılmamışmış mesela. Fransa Büyükelçisi’nin eşi olmak ayrı bir şeymiş. Yemem ben bu Wikileaks’i. Sıkılmışsın işte, Fransa’dan getirttiğin kremleri, şarapları, parfümleri, makyaj malzemelerini, sosisleri,  peynirleri satıyorsun. Yeni yıl deyip, ucuz fiyata. Hiç de ucuz değil ama Moi bana güzel yeni yıl hediyeleri alıyor ordan. Fransız Büyükelçiliği’nden. Elçilik dönmüş bir pazar yerine. Ama bak,  iyi iş yapıyor Isabelle. Satış yapıyor, ülkesinin mallarını tanıtıyor. Hem, hep beraber eğleniyoruz. Moiii, bak şu Chanel standının önünde bir fotoğraf çektirelim. Ordan alalım kendimize benim favori rujumdan... Chanel Lover Number 9. Denemeyen kalmasın. Yeni yılda şansınızı açar. Sonra Moi, evet sonra... gidip cheesecake ve kahve keyfi yapalım.  Tamam. Waka waka, anlaştık. Isabelle, sen ne diyordun şekerim. Fransız şarabı daha mı iyidir Güney Afrika şarabından. Hadi canım, sen gel de bize bir gün. İçelim, karşılaştıralım. Hiiii Allahım nerdeyim ben, kimlerleyim... Hadi hadi dışarı çıkalım.... Ama eğlendik. Hiç olmazsa Wikileaks dedikodularının arasında kısa bir nefes aldık. Neee, haftasonu da yine diplomat eşlerininin pazarına mı gideceğiz. Giderim ama tek şartla Moi. Bana 2 Chanel daha alırsın... Alırım diyor, almaz mı... Neeee? Kim öğretti sana bunu: I have only one secret... Victoria SECRET...

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...