18 Kasım 2009 Çarşamba

Hey,,sen....MONŞER !!!


Yine bizi unutmadı. Geceye son verirken, 'dersini çok iyi anlatmış' bir hoca edası içinde gazetecilere dönüp de "Sıkılmadınız, değil mi" diye soran oydu. Sordu da ne oldu demeyin. Ben hemen atlayıp, "Kitap tartışmaları sıkıcıydı. Gerisi güzel" demeyi hiç ihmal etmedim. Etmeyeceğim. Hemen her yerde, her koşulda görüşlerimi dile getirmekten çekinmeyeceğim...Sıkılıp sıkılmadığımızı kontrol ediyordu ama işte Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu da, zaman zaman gülmekten kırıldığımızın ya da "Öffff, nedir bu abukluklar" diye iç geçirdiğimizin bal gibi farkındaydı. Farkında olmaz olur mu hiç. CHP'nin 70'i sollamış ama fit ama çakı gibi milletvekillerinden Şükrü Elekdağ bile Davutoğlu'na "Civa gibi maşallah. Ne zaman televizyonda görsem, kameraların ardındaki muzip görüntüsü karizmasına katkıda bulunuyor" diye iltifat etmişti. İltifat mıydı?

Nasıl gülmezsin, kendini nasıl tutarsın. TBMM çatısı altındasın, koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanlığı'nın bütçesi görüşülüyor ve şu koskoca milletvekilleri ne tartışıyor? Görgüsü, bilgisi ve birikimi ile Türk diplomasisinde her zaman özel bir yeri olan ama MHP'den milletvekili olduğu andan itibaren irtifa kaybeden Deniz Bölükbaşı'nın taktığı konuya bak. Fena bir takıntı da değil hani. Kaptı mikrofonu Deniz Bey, karşıdaki badem bıyıklı AKP'li Eyüp Ayar'a güzelim mesajını gönderdi: "Sen geçenlerde bize laf atmışsın monşer diye. Bu sözcüğün anlamını biliyor musun. İşte, monşerler burada. Neyse derdin, konuşalım. Neyse kompleksin, takıntın."

Tabii konu burada kapanmadı. Sonra söz alan AKP'li Ayar, monşer sözcüğünün anlamını aslında bilmediğini ama zaman zaman 'monşer tipli' milletvekillerinin hükümeti rencide eden açıklamalarda bulunduğunu dile getirdi. O nasıl bir dile getiriş, buyrun yorumunu siz yapın: "Şimdi sözlüğe baktım. Monşer, 'Azizim' demekmiş. Ben bu anlamını bilmiyordum. Ama af buyurun ki, bu sözcük halk arasında 'batı özentisi içinde olmak', 'tuzu kuru', 'halktan kopuk', 'kendini çok bilmiş sayan' olarak kullanılıyor. Ben tabii ki, Dışişleri mensuplarını kastetmedim. Kastettiğim, hükümetimize dönük monşer tipli açıklamalar.."

Ben bu esnada gerçekten gülmekten koparken, bütçe salonunda renkli dakikalar yaşayanların sayısının hiç de az olmadığını, AKP cephesinden gelen "Gülüşmeler oluyor. Bu saygısızlık efendim" seslerinden anladım. Bunun üzerine komisyon başkanı, gülüşmek isteyenlerin dışarı çıkmasını bile kürsüden anons etti. Yok daha neler. N'olmuş yani. AKP'li bu milletvekilinin açıklamalarına, Bölükbaşı'nın çıkışlarına gülmeyecektik de ne yapacaktık. Ben güldüm, hatta kahkaha attım...

Daha ne tartışmalar, ne kendini öve öve bitirememeler. Birisi diyor ki Bakan Davutoğlu'na "Stratejik Derinlik kitabında AB'yi tenkit eden sizdiniz, ya şimdi neler oluyor. AB ne derse yapıyorsunuz". Davutoğlu da, uzun uzun kitabı hangi koşullarda hangi düşüncelerle yazdığını anlatıyor, yetmiyor bir daha anlatıyor, bir daha anlatıyor veeee bayıyor. Bu 'stratejik derinlik'te bir gün boğulmazsak ne olayım? Sayın Bakanım, pardon da şu ifadeler de neyin nesiydi: "Benim dedelerim de İngilizlere karşı savaştı. Savaşlar bitti, artık savaş değil barış dönemi. İran'ın nükleer işine karışıyoruz çünkü Çernobil yüzünden halen Samsun'da çocuklarımız kanser vakası yaşıyor. Türkiye'nin kimseye küsme lüksü yok. Biz ne doğu'yuz, ne batı'yız. Arkadaşlarımı topluyorum, etraflarına bir daire, bir kare, bir çember çiziyorum. O kitabı yazmadan önce de profesör olmuştum..."

Aslında buraya Dışişleri Bakanlığı'nın efsane Namık Tan'ının, mecliste nasıl bir ilgi odağı, sevgi yumağı olduğunu yazacaktım ama neler oldu işte, görüyorsunuz. Neyse, o da başka sefere. Yazıya da, "Namık Bey, azizim" diye başlarım artık !!!

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...