21 Haziran 2016 Salı

Download 2016: Rock dünyasının 'çamur'la mücadelesi / ANIL ERGİN yazdı...

İngiltere son yılların en çetin rock festivallerinden birine ev sahipliği yaptı. Download Festivali boyunca yağmur ve çamur hiç eksik olmadı.
Avrupa’nın en “gürültülü” festivali olarak bilinen Download, 15 yılı aşkın süredir Donington’da yapılıyor. Donington 80’lerde de Monsters of Rock festivaline ev sahipliği yapıyordu. Festivalin bu seneki kadrosunda onlarca grup vardı. 3 gün boyuna Rammstein, Black Sabbath ve Iron Maiden “headliner” olarak yer aldı.
Dinmeyen yağmur nedeniyle daha ilk günden, rock gruplarının yanısıra çamur da kendini göstermeye başladı. Saatler geçtikçe, yağmurluğumuz ve çizmelerimizle yaşamaya alıştık. 12 Haziran akşamı alandan ayrılırken hepimiz birer “çamur adam”dık.
Çamuru bir kenara bırakırsak Download Festivali’nde eğlenmemek için hiçbir neden yoktu. İngiliz mutfağının seçkin örnekleri alanın her yerindeki büfelerde kendini gösteriyordu. Dört ayrı sahnede ise çok farklı ekollerden onlarca rock grubu sahnedeydi. Elimizden geldiğince çok konser izlemeye çalıştık, ama bazı noktalarda çakışan gruplar tercihlerimizi epey zorladı.
İlk günün headliner’ı Rammstein’dı. Ana sahnede ya da bu seneki Download’a özgü adıyla Lemmy Stage’de sahneye çıkan Rammstein’a ilgi büyüktü. Konser sırasında İngilizlerin sevgiden çok meraktan Rammstein’a geldiğini gözlemek zor olmadı. Ama çok alışık olmadıkları bu gösteri kısa sürede tüm izleyicileri etkisi altına aldı. Farklı ritimler, bilmedikleri dil ve görselliğin sınırlarının zorlandığı konser, her taraftan fışkıran ateşlerle süslenince, etkisi tüm festivale yayılan bir “an”a tanıklık edildiği ortaya çıktı.
İkinci gün, çamur artık her yerdeydi. Ama bizim keyfimiz yerindeydi. Çok genç bir grup olan Inglorious sabahın ilk saatlerinde Encore Stage’de, ya da şöyle söyleyelim, ikinci büyük sahnedeydi. Tarzları Whitesnake ve Deep Purple arasında bir yerlerde olan Inglorious’un çıkış parçası Until I Die, festival boyunca fonda çalan müzikleri arasında sürekli kendini gösterdi. Grubun Donington performansı ise çok iyiydi. Seyircilerin katılımı, şimdilik tek albümü olan bu genç hard rock grubunun kredisinin geniş olduğunu ortaya koydu. Eğer medyayı iyi kullanırlarsa ve birkaç güzel parça daha yazarlarsa Inglorious’ın adını gelecekte çok duyacağımıza inanıyorum.
Motley Crue’dan Nikki Sixx’in grubu olan Sixx AM ana sahneye damgasını vurdu aynı gün. Yeni albümü Prayers for the Damned ile gündemde olan ABD’li topluluk, Motley Crue’nun gölgesinde kalmayacağını daha ilk dakikalarda gösterdi. İngiliz seyircisi ise tüm şarkılara eşlik ederen Sixx AM’e “kim tutar seni” mesajı verdi.
Megadeth’e sıra geldiğinde ise binlerce insan Lemmy Stage’in önüne doluştu. Hangar 18 ile sahneye girdi Dave ve ekibi. Yeni albümde Threat is Real ve Dystopia’yı çaldılar ve tüm parçalarda beğeni topladılar. Dave Mustaine’in “80’li yıllarda başka bir büyük büyük grupla aynı parçanın cover’ını yapmıştık. İki parça da iyi oldu. Şimdi iki yorumu birleştirmenin zamanı geldi” diyerek Motley Crue ve Sixx AM bas gitaristi Nikki Sixx’i sahneye çağırması ise Download’ın en keyifli anlarından biriydi şüphe yok ki. Ben Motley yorumunu tercih ediyorum ama Anarchy in Uk’i Sixx ve Megadeth’den beraber dinlemek eşsiz bir deneyim oldu. Binlerce kişi eşlik etti. Konserin diğer zirve anları ise Symphony for Destruction ve Holy Wars çaldığı sırada yaşandı.
Megadeth’den sonra dinlenmek şarttı artık. Çamurların arasında verdiğimiz yaşam ve eğlence mücadelesine bir süre ara verdik ve Trooper biralarımıza yöneldik. İçinde ne olduğunuzu anlamadığımız, çok da sorgulamadığımız sandviçlerle açlığımızı bastırdık.
İkinci günün headliner’ı ise Black Sabbath’dı. Sabbath’ın performansı ise ağzımızı açık bıraktı. Grubun genç bateristi 79 doğumlu Tommy Clufetos ise “İyi ki Bill Ward’ı şutlamışlar” dedirtti bana. Iommi- Butler ikilisine enerji katan Clufetos ile beraber Sabbath neden heavy metal tarihinin en büyüklerinden biri olduğunu ortaya koydu. Az bilinen parçalarda bile seyirciyi etkileyen Ozzy, Tony, Geezer ve Tommy, setlistin en sonunaki Children of the Grave ve Paranoid ile festival alanında izdiham yaşanmasına neden oldu. Yağmur, sahneden fışkıran alevler ve bir ara görüşümüzü kapayan duman, her şeyi daha da mükemmel yaptı. Gerçek bir efsane olan Black Sabbath’ın son İngiltere konseri de destansı oldu.

Direniyoruz
Üçüncü gün çamurlu pantolonumuz, çamurlu botlarımız ve yırtık yağmurluklarımız ile birlikte alana girdiğimizde artık her şeye hazırdık. Çamur artık bataklığa evrilmişti ama biz direnecektik.
Günün headliner’ı Iron Maiden’dı. Ama öncesinde daha bir sürü güzel grup vardı.
Lemmy Stage’de Halestorm bizi bizden aldı. Lzzy Hale ve ekibi eski ve modern rock kalıplarını birleştirerek açtığı yolda emin adımlarla ilerliyor. Lzzy Hale, Joan Jett benzeri tavrıyla seyirciye dönüp “Do you want me” diye sorunca tüm İngiliz erkekleri ve bizim nutkumuz tutuldu.
Günün diğer bir yıldızı ise Shinedown’dı. Bizim ülkemizde pek kimsenin bilmediği grup, gördüğüm kadarıyla farklı coğrafyalarda fenomen olmuş durumda. Seyirci Cut the Chord’da da, Lynyrd Skynyrd cover’ı Simple Man’de grubun tüm parçalarına eşlik etti. Vokalist Brent Smith’in seyircinin arasına girip, hatta yanımıza kadar gelip ortama hakim olma çabası takdire değerdi. Shinedown konseri, Donington’dan binlerce kişinin zıpladığı az sayıdaki konserden biri oldu.
İngilizlerin müzik zevkine Nightwish uzak. Ama grup sondan bir önceki isimdi ve gerek şarkılarıyla gerekse performansıyla herkesi büyüledi. Ama artık sabırlar tükenmeye başlamıştı. Herkes, İngiliz rock tarihinin en büyük gruplarından birinin 2016’daki tek İngiltere konserini izlemek üzere yerini almıştı. En öndeydim ve geriye dönüp baktığımda gördüğüm kalabalığın ucu yoktu. Sonradan öğrendiğimize göre arkamzıda 85.000 kişi vardı.
Iron Maiden, If Eternity Should Fail ve Speed of Light ile girdi sahneye. İki yıl önce gördüğümüzden bu yana çok ciddi bir rahatsızlık atlatan Bruce Dickinson’ın sesi mükemmeldi. Tüm notaları aynen çıkarttı, kariyerinin hiçbir dönemini aratmayan üstün bir performans sergiledi. Yüzü sanki biraz çökmüştü ama sahne hakimiyeti hastalığı çok geride bıraktığını ortaya koyuyordu.

Sadece Bruce değil tabii ki, Adrian, Jan, Dave, Nicko ve kaptan Steve Harris de her zamanki gibi muhteşemdi. Son albüm The Book of Souls’dan Death or Glory ve The Red and the Black seyircinin tam desteğini aldı.  Iron Maiden, Fear of the Dark, Wasted Years, Hallowed be thy Name de bizi bekliyordu. Uzun zamandır setliste girmeye Powerslave ve Blood Brothers da günün sürprizleriydi.

Çamurdaki haline acıdığı seyirciye “mudbrothers” diye seslenen Bruce ve ekibi sahneden ayrıldığında üç günlük mücadelenin sonuna gelmiştik. Eski halinden eser kalmayan botların ve pantolonların törenlerle çöplere atıldığı ve hatta yakıldığı Download Festivali, tanrıların gazabına rağmen herkesi mutlu etti. 

16 Haziran 2016 Perşembe

Kahveler gönülden: Coffee Grano


Herkesin aygın, baygın ve hatta mutsuz, dolu dolu ruhsuz, daha da ötesi umutsuz gezdiği Ankara’da içime aydınlık getiren her şeye ve herkese delice sarılasım var. Nedeni çok basit: Sen sarılmazsan, ben sarılmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlıklara…. Veee sarılıyorum. 2 büyüktür dünyadan, 2 büyüktür Ankara’dan… İki güzel kız. İki güzel yetenek. İki umut, kurtaracak bu şehri. Bu bahtsız şehirde umutlar yeşerecek. Bu kara şehir kahve kokusuyla, umut ve neşeyle dolaşacak.

Neden olmasın. Evet, neden olmasın. Oldu zaten. Bengisu ve Zeynep’le tanıştım. İkisi de Ankara’nın en güzel üniversitelerinden ODTÜ ve Hacettepe’de ideal peşinde koşturan, etraflarına buram buram güzellik dağıtan dünya güzeli gençlerden. Olabilir, n’olmuş diye abuk abuk tepki vermeden önce dinleyin. Siz üçüncü dalga kahve keyfini biliyor musunuz bakalım. Bir kahve kokusuyla uzak diyarlarda dolaşabileceğinizin farkında mısınız? Hayalleriniz okyanusları aştı mı? Bir içim kahveyle binlerce güzel dostla buluşabileceğinizi düşündünüz mü? Konuyu dağıtmak için değil bu sorular. Bu sorular Bengisu ve Zeynep’in neler başardıklarıyla ilgili. İkisini de önceden hiç tanımıyorum. Bir kahve ikram ettiler, hayatım değişti. Kimyamı ele geçirdiler, coğrafyama güzellik kattılar. Bu öyle bir yetenek ki; sadece samimiyetle oluyor. Hani anne yemeği, anne böreği gibi. İçine sevgi katmak, emek katmak gibi. Ve pırıl pırıl gözlerle bakmak, bakmayı istemek gibi. Bengisu ile Zeynep bir baktılar bana, kaleyi içten fethettiler. Yaşasın kahve…



Kahveyi sevenler, kahvesiz yapamayanlar bilir. Bilmiyorlarsa onlar zaten yapmacık sevmektedirler. Bizim işimiz bilenlerle. Bengisu ve Zeynep’i farklı ve özel kılan da kahveye hayat vermeleri. İnsan onların elinden içince kahveyi kendine geliyor. Gönlünü açıyor hayata. His dünyası zenginleşiyor. Bu bahtsız Ankara’ya dair güzellikler yeşeriyor içinde, ağaçlar dansediyor, kuş cıvıltıları Bach notalarına dönüşüyor. Kahveyle ilgili ayrıntılara girmiyorum. Herkesin ayrıntısı kendine. Ayrıca Zeynep ve Bengisu’yu biraraya getiren Coffee Grano’yu  tebrik ediyorum. Bu iki güzellik, bu iki dünya umudu Coffee Grano’da mucizeler yaratırken siz de gidin bu mucizelere ortak olun. Kahve ortaklığı, dostluğu gibisi de yok. Cidden yok… O yüzden Coffee Grano’nun adresini de veriyorum… 




Bir dakika... Adres vermeden önce de diyorum ki; küçücük ama sevimli, ruhu olan mekanlar Ankara'ya çok yakışıyor. Coffee Grano da tam böyle bir yer. Saçma sapan, kendince yok 'yüzde 50 indirim', yok 'babalar gününe özel' diye insanları aptal yerine koymaya çalışan mekanlardan değil. Kahvenin tadı da böylesi mekanlardan uzak durunca daha iyi çıkıyor. Babanızın babalar gününü kutlayacaksanız, ona güzel bir kahve yapın. Beraber için. Haaa, illa ki bir yere gitmek isterseniz babanızla ruhsuz, oksijensiz mekanlardan uzak durun. İşine ruh katan insanların içine karışın. Bengisu ve Zeynep'le tanışın. Ve de her zaman söylediğimiz gibi mutlaka hayallerinizin peşinde koşun. Evet, bu bölümü konuyu dağıtmak için yazdım. Ama konu dağılınca da kahvenin tadı hoş oluyor. İnsan sevdiği yerde dağıtıyor ayrıca,,, unutmayın. Kahveniz hep olsun, gerçek dostlarla köpürsün... Not: Bengisu; en yukardaki fotoğrafın solundaki,,,, Zeynep'in fotosu da yanda.... Gerisi kahve, gerisi hayat.... 
Coffee Grano Ankara: Emek 8.cad, 3.sok.... 

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...