17 Temmuz 2009 Cuma

Gül'ü seven dikenine katlanır


"Hiç de bilem, ben en çok karanfil severim, hem de kan kırmızısından" diyebilirim ama bu gül, bambaşka bir gül: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Güllerin içinden değil de, isimlerinden hiç anlamadığım ama Çankaya Köşkü'nü rengarenk coşturan çiçeklerin arasından koşarak gittim 864 rakımlı tepeye. Sıkıysa koş! (Dikkatli okurlara not: Çankaya Köşkü'nün gerçek rakımı 864 değil)

Geç kaldım ama kapıda kalmadım. 11.20'de başlayacak Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas-Cumhurbaşkanı Gül görüşmesine yetişme derdime basın bürosundan Nihan çare oldu. Bana özel (tabii ki yalan, herkese yapar bunu) kapıya araba yolladı, gittim E kapısına, çiçekleri koklaya koklaya. Ama E kapısındaki güvenlikçi kız, hiç sevmedi beni "Zaten bir sürü basın mensubu varmış içerde, bana ne gerekmiş". Açtı telefonu, komiseriyle konuştu. Komiseri de beklenmedik saatte gelen misafirlere hiç alışık olmadığından gelip karşıma ters ters baktı bir güzel. "Noldu bu basın toplantısı" sersemliğindeki ben güvenlikçi kızın da, komiserin de beni sinirlendirmesine ramak kala kendimi basın toplantısı salonunda buldum.

Bana "Niye geç kalıyosun Sayın Radikal" diye takılan basın bürosu görevlisiyle şekerce takışmamızı 'özel hayata müdahale olur' gerekçesiyle geçiyorum. 11.20'de başlaması gereken basın toplantısının 12.15'te başladığını, Çankaya Köşkü'ndeki bu basın toplantısı rötarlarının adeta bir gelenek haline geldiğini yazmak zorundayım. (Adeta gelenek, adeta soykırım...Vayst! Başbakan Erdoğan'ın adeta sözcüğüne verdiği yeni imajın etkisine de bak.)

Ben ne yapsam Cumhurbaşkanı Gül, sorumu yanıtlamayacaktı. Karar çoktan verilmişti. Bir yabancı, bir de Türk gazeteci soru soracaktı. İşte bir Köşk geleneği daha. Basın toplantısından önce belirlenen isimden başka gazeteci soru soramazdı. İsim belirleme işlemleri demokratik bir ortamda yapıldığından itirazım yok. Ama bazen kaçırıyorum bu işlemleri, üzülüyorum. "Ah o soruyu ben soracaktım ki..." diye hırsımdan eriyorum. Ama dikkat ettim, yabancı tarafta bizden biri, yani El-Cezire'den Yusuf El-Şerif olduğunda, mutlaka Abdulah Gül ona söz hakkı veriyor. Yusuf'un yarı Arapça, yarı Türkçe konuşmalarını Gül hayranlıkla dinliyor. Zaman olsa eminim bana da soru sorma hakkı verecek. Çünkü Gül, gerçekten kendisine soru sorulmasından hoşlanıyor. Bir de gazetecilerin meraklı bakışlarının etkisinde kalıyor. Noluyo bana ya, konuyu çarpıtıyorum. Basın toplantılarında rötar olmasın, daha çok gazeteciye soru hakkı tanınsın mesajı vermekti asıl derdim. Ben de konuyla pek bir ilgisini göremedim ama yine konuyu böyle kapatalım: Gül'ü seven dikenine katlanır.

2 yorum:

rose paraksis dedi ki...

Hilal....Gül'ü sevmek ya da sevmemek...bütün mesele bu....Süper yazıyosunnn : )))

altan dedi ki...

Amannnnn ben çiçeklerden gülü mülü savmiyorum.....

bir manolya ağacı var 40 yılda yetişiyor...
birde ossuruk ağacı var 3 günde yetişiyor...

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...