Bazen saçmalıyorum. Çok saçmalıyorum: Umut et, nereye kadar?
Güzel günleri düşünmek kurtarmayacak. Hayallerin de boş çıkma olasılığı
yükseliyor…
Ama bazen de mutlulukla doluyorum. Yanağıma konan o tatlı öpücüğün
beni sarmaladığı, hayatın ritmine ortak ettiği zamana bırakıyorum kendimi. Son
zamanlarda en çok bunu yapıyorum. Reyhan beni öpüyor, öpüyor… Sonra bir daha
öpüyor, bir daha…
İki göz, umut dolu bir evde annesiyle konuşurken biz, pıt
diye çıktı ortaya. Ben onu şaşkınlıkla izlerken o elimi öptü, ‘nasılsınız, iyi
misiniz’ diye sordu. ‘Öpücük isterim’ dedim ve yanağıma o tatlı öpücükler
konmaya başladı. Dünyanın en tatlı öpücükleri… Annesinin yanına yavaşça
kıvrıldı, oturdu. Hayata dair yaptığım tüm sorgulamaları yanlışlamak için büyük
büyük bakıyordu gözlerimin içine. Annesine dönüp “Ama siz nasıl kaçacaksınız.
Burda hayat güzel değil mi” diye soruyordum, Reyhan’ın gözleri “İstersek
gideriz” diyordu. “Belki bulamazsınız kocanızı, ölüme atlamaktan korkmuyor
musunuz” soruma yine o sihirli bakışlar yanıt veriyordu: Daha iyi bir hayat bizim de
hakkımız.
Reyhan’ın annesi Azize Hanım, fotoğraflarda yer almak istemedi.
Onun çok ama çok ciddi bir hedefi var: Suriye’den kaçıp geldiği Ankara’dan
sonra Avusturya’ya da kaçmayı başaran kocasının yanına gitmek. Çocuklarını
alıp, gidecek. Türkiye’den de kaçacak. Başka yolu yok kurtuluşun. Başka yolu
yok hayatın.
Hepiniz aylardır kaç ölüm teknesi, botu izlediniz televizyon
haberlerinde? Yollara düşmüş kaç kadın, kaç adam, kaç çocuk gördünüz? Sayı
saymak anlamını yitirdi değil mi? Sonra bir gün insanlığın kıyıya vuruşuna
tanıklık ettiniz. Çaresiz baktınız etrafınıza. Nedir bu Suriyeli mültecilerin
çektiği? Gözümüzün önünde insanlığı yok etmek moda oldu, rutin oldu… Ama sonra
belki siz de eliniz, kolunuz bağlı oturdunuz…
“Türkiye’de misafiriz ama geleceğimiz yok” diyor Azize
Hanım. Reyhan; sessiz sesiz bakıyor bana. “Nedir ki gelecek” diye düşünürken,
Azize Hanım anlatıyor: “Sürekli yardım gelmesini bekleyerek yaşamak anlamsız.
Benim de çalışmam, hayat kurmam gerekiyor. Tıpkı Avusturya’ya kaçan kocamın yapmaya
çalıştığı gibi”…
Evet Türkiye onlara kucak açtı. Ama ‘ucuz işçi’ olarak
görüldüler. Onlara mülteci statüsü bile verilmedi. Misafirlik nereye kadar?
Azize Hanım’ın bu sorusunu apartman bahçelerinde oturan süslü-püslü, ya da ‘sadece
benim çocuğum’ diye tutturan biyolojik anneler de soruyor. Ama onların
utanmadan sorduklarına tanıklık ediyorum. Sokakların karıştığını, hırsızlığın
arttığını anlatıyorlar. Ve diyorlar ki; Gitsinler, nereye giderlerse gitsinler…
Misafirlik değil, rezillik.