17 Nisan 2015 Cuma

Hayat ne garip !

Sorular hiç yakamızı bırakmıyordu: Üzüldüğümüz neydi? Ne istiyorduk, ne bekliyorduk? Neden ama neden kırgındık? Kendimizi yeterince ifade edememiş miydik? İçimizdeki bu durgunluk iyi miydi yoksa?

En son; ‘blogu günceleme’de karar kıldık. Blog güncellendikçe sorular da güncellenecek, anlam kazanacaktı. Yani; anlamsız mıydı sorularımız esasında? Evet; çoğu anlamsızca uçuşuyor ve hayatın en olur olmaz yerlerinde aklımızı kurcalıyordu. Ama nasıl anlam katacaktık bu sorulara? Soruya, soruyla mı karşılık verecektik? Gazetecilikten bilirdik, duyardık, yaşardık biz: Soru sormaktan vazgeçmeyecektik ama doğru soruyu, doğru yerde sormaya çalışacaktık.

Haydi soralım: Doğru yerde miydik? Doğru yerde, doğru insanlarla mıydık? Bu soruların doğru sorular olduğunu düşünmemiz için öncelikle ‘doğru’yu da tanımlamamız gerekiyor. Ben olaya doğrudan giriş yapıyorum ve diyorum ki; doğru dediğiniz şey; sizin en derin yerinizden, en içinizden hissettiğinizdir. Kalbinizin sesini dinleyin diyorum arkadaşlar ama kendinizi de incitmeye kalkışmayın. Hepimiz biliyoruz aslında kalp sesinin paldır, küldür olaylara dalmamak olduğunu. Akıllı, akıllı dinleyelim. Kalbimizi iknaya, kandırmaya, salak yerine koymaya kalkışmayalım. Bildiğimizden şaşarken, kendimizce bilge dediğimiz insanlara bir danışalım.

Peki; gelelim doğru yerde olmaya. Çok uzun yıllar uğraştık, didindik, saçımızı süpürge ettik, belimizi büktük. Bunun için miydi yani? Soru bu mu? Bu klişe sorulardan özellikle nefret ettiğimi burada dile getirmeyi ve bir kaşık nutella yemeyi öngörüyorum. Geçmişle uğraşmayı bırakmak için çok ama çok acele etmekte fayda var. Neden mi? Çünkü şu an; her dakika kaçabilir. Geldiğimiz yer; her ne olursa olsun bize ait bir yer. Çok mu dışında hissediyoruz? Neden içine girmeye çalışmıyoruz? Bir kerecik olsun denemekten ne çıkar? Çok şey çıkar: Bu an...

Bir kaşık nutelledan sonra canım deli gibi kahve içmek istiyor. Ve ben bunu yaptığım anda doğruyu yaptığımı düşünüyorum. İstediğimizle istediğimiz an bütünleşebilmek. Bunun için de geçmişimizi, bugünümüzü, isteklerimizi, beklentilerimizi deli gibi kucaklamamız gerekiyor. Hiçbir şey düşünmeden kucaklayalım. Evet; dünyanın bütün kitaplarını okumuş, siyaset literatürünü hatmetmiş, tiyatrolarda uyumuş, protokol masalarında boy göstermiş olabilirsin. Ya da hep tembel tembel, silik silik yaşadın. Her nasıl olursa olsun, kim tanımlayabilir ki geçmişi. O artık geçmiş. Ben bir kahve içmeye gidiyorum ve sizi birazcık olsun “Doğru yerdeyim ve ilerleyebiliyorum” diyebilme cesaretinizle başbaşa bırakıyorum.

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...