3 Nisan 2015 Cuma

Sen beni bırakıp, böyle gitmezdin hiç

Tazecik bir Nisan gününü güneşle dansediyorken yakalamışken, hayat birden firene basmıştı. Kötü olduğu kadar acı, acı olduğu kadar ezici, ezici olduğu kadar uzak bir haber beliriyordu akıllı telefonumda. Yine bir gerçek, içli içli haykırıyordu. Bir, “Sen beni böyle bırakıp gitmezdin hiç, yapmazdın” diyordu, bir “Seninle her şeye varım ben”… Gerçek, çok ciddi haykırıyordu. Kayahan’ın ölüm haberi sıradan değildi. Ölüm bu haberin altında ezildikçe eziliyor, dile geliyordu: Sarı saçlarından sen suçlusun… Ölümü ezip geçen bu haber, garip bir umuda dönüşüyordu. Nisan; acı acı gülümsüyordu. 





“Yeni şarkılar” yeni albümün adı. Fazıl Say; Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Nazım Hikmet ve Ömer Hayyam’a yepyeni bir ruh veriyor. Sen beğenmesen de, itici bulsan da, güzelim dizeleri yeniden süslendiriyor, önüne sunuyor. Fazıl Say da; mutsuzluk imtihanlarındaki bu topluma yeni notalarla sesleniyor. Yargılamadan, anlamaya çalışsak, kanatmasak üretileni daha çok keyif almayacak mıyız? Yapamaz mıyız bunu? Fazıl Say’ı da dinleyip, ruhumuzun tozlarını alamaz mıyız? Aldık çıktık bile… Kayahan’ın şarkılarıyla adımladığımız Kızılay sokaklarında Fazıl Say coşkusu yaşadık.

Dost Kitabevi’nden yeni çıkmıştık ki Hüseyin’le karşılaştık. 15 yaşında bir ayakkabı boyacısı. Babası yok. Sibel, “At o sigarayı, sana hiç yakışmıyor” dedi, hemen attı. Benim ayakkabılarımın tozunu almaya başladı Hüseyin. 7 yaşından sonra okuyamadığını söyledi. Annesi evdeydi. “Haydi bak bana” dedim, fotoğrafını çektim. Ey hayat, al sana söylüyorum: Sana sevdanın yolları bana kurşunlar.
Kızılay’da sokaklar daha mı içten, daha mı bizdendi? Evet, öyle geldi. Her yerden hayat fışkırıyordu. Arka fonda hep Kayahan çalıyordu. Kulağıma hafif hafif “Seninle her şeye varım ben” diyordu. Sibel’le adımlarken sokakları öğle yemeği için gittiğimiz Kebo’nun da tarifsiz keyfini çıkartıyorduk. Nefis Antakya mutfağı Ankara’nın ayağına gelmiş. Gidip keşfeden mutlu: La fa, la sol….
Gün bitmiyordu, uzuyordu. Kocatepe kahvesi içsek, hayatın azgın sularında daha güçlü olabilir miydik? Olurduk. Dost sohbetinde bir kahve, dünya gibiydi. Kayahan yine söylüyordu: Senle topla beni, çarp uzaklarla…..

Hayat akıyor, akıyordu. İçinde olmak, içinde derin derin hissetmek vardı. Başka yolu yoktu bu işin. Sahi siz; en  son ne zaman Kızılay sokaklarında dolaştınız. Belki de o uzaklarda aradığınız hayat tam da dibinizde. Ey Ankara…. Bak yine Kayahan söylüyor: Bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah beyaz film gibi biraz….. 

 


Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...