19 Nisan 2015 Pazar

Diploman kadar konuş !

Ben küçük bir çocukken pırıl pırıl okullara, parlayan diplomalara, büyük notlara hayran hayran bakardım. Babamın asla dört çocuğu kolejlere, yurtdışındaki üniversitelere, kurslara gönderecek parası yoktu. Üzülür müydüm? Hayır. Kendi kendime hep “daha çok okumalıyım, kendim kazanmalıyım” derdim. Yıllar yılları kovalayıp, kocaman üniversite öğrencisi olduğumda sınavdan 100 değil de 99 aldığıma üzülürdüm, ağlardım. Oysa ki o güne kadar gittiğim bütün okullardan yıldızlı diplomalar almıştım. Hep takdirlik, örnek öğrenci olmuştum. Bir iki not kırığına oturup günlerce ağladığımı hatırlayıp, sessiz sessiz gülüyorum şimdilerde. 


Nasıl bir hırs yapmışsam; istediğim tüm okullara gidip, hepsinden ay yıldızlı diplomalarla mezun oldum. Diplomalarım benim her şeyimdi. Hiçbirini alıp da duvara asmadım ama bazen aklımdan geçmiyor değil. Bir duvar yapsam, diplomaları dizsem, karşısına geçip, benim sevgili egomu şişirsem de şişirsem. Ne kadar komik olurdu değil mi? Böyle insanlarla karşılaşıp da, içimden ‘egoist yahu’ dediğim zamanları da hatırlıyorum. Çoğuna ‘zavallı’ derdim. Diplomalarından başka da bir şeyi yok. Hatta ‘ruhsuz’ derdim. İçimi kıpırdatan; davranışlarından zarafet, sözcüklerinden bilgelik, gözlerinden pırıltı fışkıran insanlar da vardı elbet. Hayat diploması olan insanlardı onlar. Bugün yolda giderken, artık bu dünyada olmayan bir diplomat arkadaşımı düşündüm örneğin. Bana; espri yeteneği ile uluslararası ilişkiler bilgisini o kadar doğalca sunardı ki; “İnsan olmak çok farklı bir şey; öğrendikçe öğreneceksin ve bunları yaşama geçirirken başkalarına da yol göstereceksin. Üstelik dünyanın en büyük keyfini alacaksın” düşüncesiyle ruhum, başım dönerdi. Sahi; insan diplomayla mı adam oluyordu?

“Evet öyle, öyle”  diyenler olurdu. Öyle, nasıl? : Özgeçmişler imparatorluğunda diplomalar büyük iş yapıyordu hep. Kişi ne kadar ruhsuz olursa olsun, kendini kurtarmak için “Ben şu kolejdenim. Ben şu üniversitedenim. Ben falanca kursa gittim” klişelerine sığınıp, sonra bir de utanmadan hava atabiliyordu. Etraf “oldum ben, oldum” diyenlerden geçilmiyordu. Asil ruhlar; sessiz sedasız varlığını sürdürürken, zavallı ruhlar; havada uçuşan balonlara dönüşüyordu... “Yeter” deyip durduralım dünyayı. Durun bir, durun. Bir zamanlar beni de üzen, derin acılara gönderen bu çelişki; bugün hayatın gizemli yolunda ‘kendini bilerek’ ilerlemenin temel nedenini oluşturuyor. Çelişkilerden kurtulmak da mümkün. Kendine doğru yaptığın yolculukları, dış dünyaya açtığında asil ruhlarla daha sık buluşup, hayattan daha çok keyif alabiliyorsun. Güzelce bir tebessümden ibaret de değil diğerleriyle iletişim: Anlamak ve anlaşmak üzerine ama hep öğretici olsun istiyorsun ve çaba gösteriyorsun. Gerisi arkasından geliyor. Bak; şimdi ruhumu kıpırdatan Leonardo Da Vinci bir kez daha karşıma çıkıyor: İnsanın bilgisi arttıkça sevgisi de çoğalır.

Da Vinci’nin sözünün iliştirildiği felsefe diplomamı alıyorum ve hepimize “Diploman kadar konuş” diyorum. Konuşun bakalım… 


Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...