31 Mart 2009 Salı

Obama "sadeyim" dedi, haberiniz olsun

ABD Başkanı Barack Obama'nın 6-7 Nisan'daki Türkiye ziyaretinde güvenlik önlemlerini en üst düzeye çıkaracak Türk ve ABD polisi, başkanın 'sade vatandaş'la buluşmasını da sağlayacak. Ankara Emniyet'i, özellikle Anıtkabir'de ve konuşma yapmak için TBMM'ye giderken halkla selamlaşıp, konuşmak isteyen Obama'yı, karadan ve havadan en yakın güvenlik sistemiyle takip edecek.

ABD Başkanı Barack Obama'nın 2 Nisan'da çıkacağı Avrupa turu kapsamında son durağı Türkiye olacak. Başkan Obama, bu tur kapsamında önce Londra'da G- 20 zirvesine katılacak. NATO çalışma grubu toplantısı için Strasburg'a gidecek olan Obama, daha sonra Prag'da Avrupa Birliği zirvesine katılacak.

6-7 Nisan'da Ankara ve İstanbul'da temaslarda bulunacak Obama'nın temaslarında 'güvenlik sorunu' yaşanmaması için Türk ve ABD'li güvenlik güçlerinin ortak çalışması sürüyor. Çalışmanın bir ayağı Obama'nın 5 Nisan akşamı ineceği Esenboğa Havaalanı'nda, bir ayağı Çankaya Köşkü'nde, bir ayağı da TBMM'de gerçekleştiriliyor. Beyaz Saray'dan "Başkan, ziyareti nedeniyle vatandaşların trafikte sorun yaşamasını istemiyor. Onu öyle korumalıyız ki, o da kendini sade vatandaş gibi hissetmeli" bilgisini alan Ankara ve İstanbul polisi, trafiği kapatmak yerine 'yakın koruma sistem'lerini en üst düzeye çıkararak güvenliği sağlamayı tercih edecek. Bu da 30 binden fazla emniyet mensubunun Obama'nın temaslarına yakın koruma sağlayacağı anlamına geliyor.

Ankara'da Anıtkabir, TBMM, Çankaya Köşkü ve Başbakanlık arasında mekik dokuması beklenen Başkan Obama için bu güzergahlara özel polis kameraları yerleştiriliyor. Güvenlik amaçlı bu kameralar, polisin yakın korumasını yardım işlevi görecek. Kamera sistemiyle izleme, TBMM'de de polisin en büyük yardımcısı olacak. TBMM kampüsüne giren araçlara sınırlama getirecek polis, Obama'yı halktan daha çok insanın dinleyip, izlemesini sağlayacak.
Ankara'dan sonra 7 Nisan'da İstanbul'a geçecek Obama için burada da güvenlik önlemleri en üst düzeye çıkarılacak ancak halkın son olarak İran lideri Mahmud Ahmedinejad'ın İstanbul ziyaretinde yaşandığı gibi 'trafik sıkıntısı' çekmemesine dikkat edilecek.

ABD'li kaynaklar, İstanbul'da Medeniyetler İttifakı 2. forumuna 'dinleyici' olarak katılmak isteyen Başkan Obama'nın, İstanbul'da öğrencilerle yapacağı yuvarlak masa toplantısı için daha çok 'heyecan' duyduğuna vurgu yapıyor. Gençlere "Değişimin gücü"nden sözetmeyi düşünen Obama, Amerika'nın yalnızca ABD'li gençlere değil tüm dünya gençliğine 'yatırımda' kararlı olduğuna dikkat çekecek. İstanbul'da dini liderlerle de görüşecek olan Obama, 'EĞER deniz güvenliğinde sıkıntı YARATMAZSA' bir boğaz turuyla gezisini tamamlayacak.

30 Mart 2009 Pazartesi

Yaşasın Gökçek !

Sabahın köründe, yani 05.00'da bilgisayarımı, uykulu gözlerle yeniden açtım. Zaten uykusuz bir geceydi. Kötü bir başağrısıyla daldığım uykumdan uyanıp, Voice of Amerika'ya haber geçmek zorundaydım. Hiç canım istemedi. Nasıl açıklayacaktım, Ankara'yı yeniden Melih Gökçek'in, İstanbul'u da Kadir Topbaş'ın aldığını. "Üff, ne yazacağım ya. Niye bu kadar depresifim." Tabii ki, demokrasiye saygım var. Sandığa da gönülden bağlıyım. Geceyarısı İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, tam da seçim sonuçları bilgisayarlara girilirken elektrik kesintisi yaşandığını, CHP ile AKP'nin birbirine girdiğini de tüm dünyaya duyurmak zorundaydım.

Hilal, titredi ve kendine geldi. Yazdı, seçim sonuçlarını. AKP birinciydi ama tarihinde ilk kez oy kaybına uğramıştı. AKP'nin buzdolabı, çamaşır makinesi diye seçim yardımları dağıttığı Doğu ve Güneydoğu'da sandıklar AKP'ye çalışmamıştı. Kıyı iller 'CHP' diyor, yurdun doğusu tercihini Demokratik Toplum Partisi'nden (DTP) yana kullanıyor, memleketin ortası da AKP'yi bağrına basıyordu. İstanbul kıyı mıydı, Ankara ne kadar ortadaydı? İstanbul'da Kemal Kılıçdaroğlu, AKP'li Kadir Topbaş'la sonuna kadar çarpışmış, aynı mücadeleyi Ankara'da Murat Karayalçın, kentin 15 yıllık hakimi Melih Gökçek'e karşı sergilemişti. Belki de sorun, hiç aday sorunu değildi, tüm Türkiye'de sağ oylar yükselişteydi. AKP, Konya'yı silip süpürürken, CHP için niye "İzmir'i sildi süpürdü" diyemiyordum. CHP, İzmir'de öndeydi ama en yakın takipçisi AKP'ydi. Bize neler oluyordu tam olarak kestirememiştim ama Türkiye'nin gelişmeyip, gerilediği ortadaydı.

Ankara'da yüzde 38 oy alan Melih Gökçek'in takdiri hakettiğini düşünüyorum. Ona bu kadar oy veren Ankara halkı da takdiri hakediyor. Demek, ben yanlış yerinden girmiştim olaya. 5 gün su kesintisi yaşadığımız dönemde, boşuna yüklenmiştim Gökçek'e. Meyvelerin, sebzelerin bile damacana su ile yıkandığı, musluktan akan suyun sadece atık su olarak kullanıldığı bir kentte, demek ki Gökçek en iyisini yapmıştı. Demek, güzelim Ankara halkı "Ben Gökçek'i hakediyorum" diyordu, başkasına gerek yoktu. Ne Murat Karayalçın'a ne de Mansur Yavaş'a. "Değişim"e gerek yoktu!

Demek ki, benim de bu kadar depresif olduğum bugün, içinden çıkılmaz sorgulamalar yapıp, kendimi üzmeme gerek yok. Demek ki, Ankara bunu istiyor. Yaşasın Gökçek..!

28 Mart 2009 Cumartesi

Afganistan'a...rap, rap




Amerika’nın yeni başkanı Barack Obama, 6-7 Nisan’da Türkiye’de. Peki Obama’nın Türkiye dosyasında hangi konu öne çıkıyor. Ziyaret hazırlıklarını Amerikalı meslektaşlarıyla birlikte yürüten diplomatlarımızın bugünlerde harıl harıl üzerinde çalıştıkları konu, Afganistan. Dışişleri Bakanlığı’nın bu çalışmasına Çankaya Köşkü, Genelkurmay Başkanlığı ve tabii ki Başbakanlık da katılıyor. Soru şu: “Türkiye, Afganistan’a asker gönderecek mi?”, yanıt: “Evet.” Peki bu askerler gerektiğinde çarpışacak mı? Yani Türkiye, Afganistan’a ‘muharip güç’ yollar mı? Yanıt, yine “Evet.”

Hiç şaşırmayın. Bugüne kadar “Afganistan’a muharip güç göndermeyiz” diyen Türkiye, Başkan Obama ile öyle bir anlaşma yapacak ki, Afganistan’a muharip gücü ‘seve seve’ gönderecek. Hatırlayalım, Başkan Obama Beyaz Saray’da ‘Afganistan ve Pakistan’la ilgili stratejilerini açıklarken, temel hedefinin bölgedeki asker sayısını artırarak, “El-Kaide’yi bitirmek” olduğunu dile getirmişti. “Durum gittikçe daha vahim bir hal alıyor” sözleriyle Afganistan’a asker göndermenin kaçınılmazlığına herkesi ikna etmeye çalışan Obama, Türkiye’ye yolundayken Afganistan stratejisine bir de NATO görüşü eklemiş olacak. Obama’nın 6-7 Nisan’daki Türkiye ziyaretinden önce 3-4 Nisan’da yapılacak olan NATO zirvesinde müttefiklerin Afganistan’a ek asker göndermeleri için hazırlanan talimatname elden ele dolaşmış olacak. Afganistan’da mevcut 38 bin Amerikan askeri ile 30 bin NATO askerine ek 17 bin Amerikan askeri Obama’nın stratejisi doğrultusunda çoktan yola çıkış hazırlıkları yapıyor bile.

Karşılaştığı her “Afganistan’a muharip güç gönderecek misiniz” sorusuna “Henüz, ABD’den somut talep yok ama tabii ki askeri katkıya hazırız. Ama her şeyden çok biz, Afganistan’da siyasi çözüm istiyouz” diyen Dışişleri Bakanı Ali Babacan, aslında Obama’nın 6 Nisan’da Ankara’ya soracağı bu soruya nasıl yanıt verileceğinin ipuçlarını gösteriyor. Obama’ya “Evet, göndereceğiz” diyecek Ankara, nasıl olacak da ABD yönetimiyle anlaşacak. Unutmayalım, 7 Mart’ta Ankara’da temaslarda bulunan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ince mesajlarıyla Türkiye’nin Afganistan konusunda aklını çoktan çeldi. Ne dedi, Clinton: “PKK ortak düşman, yok edeceğiz. Kıbrıs’ta adil çözümü tüm taraflar hak ediyor. Türkiye, modern demokratik yapısıyla en değerli stratejik ortağımız.” Clinton bunları söylemişse, Obama’nın Ankara’ya neler söyleyeceğini siz hesap edin. Hesap edemezseniz, ya da aklınız yatmazsa da dert etmeyin. Ben size, ne yapar ne eder, yazarım. Ama soruyu yazdım, üstüne bir de yanıtını…Evet, PKK ve Kıbrıs konusunda Amerika’dan güvence alan Türk askerine ne tür bir görev düşüyor: Rap, rap…rota Afganistan.

Annem, güzel annem

Daha dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmeden önce, korka korka cesaret sınırlarımı zorladığım bir zamanda yolum Amsterdam’a düşmüştü. Gel de şimdi, sevgiyle adından sözetme! Sevgili patronum İsmet Berkan, daha ben eğitim muhabiriyken önüme çıkan bu iş gezisi için beni yüreklendirmiş ve sadece “Git” demişti. Bu, “Git, sana güveniyorum”du. Sevinçten deliye dönen ben, uzak diyarlarda ama Amsterdam’a çok yakın Arnhem’de çalışan babamla da görüşeceğimi düşünüp “Vayy bee bak, babam gazeteci kızıyla da bu vesileyle buluşmuş olacak” havasına girmiştim. Onu gururlandıracak olmanın hazzıyla yanıp, kavrulmuştum. Öyle oldu da. Çıkıp geldi, gördü beni. Tek başına kaldığım otelde, babamla buluşmak ne kadar da hoştu. Evden kaçıp da kurtulmanın dayanılmaz cazibesinin doruklarında olduğum o zamanlarda nedense babamla buluştuğumda geceyi onunla geçirmek istemiştim. Onunla aynı odada kaldığımız o gece “Şükürler olsun, insanın hayatta bütünüyle güveneceği bir babasının olması ne kadar müthiş” diyebilmiştim huzurla. Evet, evet babalar özeldir. İnsanın böyle “anne” yazacağı bir günde de gelip, işe karışırlar işte..!

Anneler… Hepiniz için huzurlu bir hayat dileğiyle uyuyacağım bugün. Çok sevgili arkadaşlarımdan birisinin annesinin, bu dileğimi taa derinlerden hissedeceğine inanarak yazıyorum bu yazıyı. Biliyorum ki, çektiği o kanser acısı, zaman ilerledikçe biraz hafifleyecek, annelik gücü bu acıyı sollayıp, geçmesine yardımcı olacak. Bu nasıl bir güçtür, Allah’ım!

İşte, sevgili patronumun “eşşek kadar kız oldun” dediği zamanlardayım. Annem, güzel annem! Nasıl da katlanıyor benim serserice asabi hallerime, mutsuzluğumu örtme numaralarımı nasıl da ustaca çakıp, yardım etmek için olanca gücüyle çırpınıyor. Annelik gücü ona “Tek sen, mutlu ol yeter” dedirtiyor. O güç, şimdi kafamdaki bütün sözcüklerin önüne geçiyor. Hastanedeki annesinden iyi haberler almayı uman ama gün geçtikçe umudu tükenen arkadaşımla, aynı acıyı paylaşırken aklımdan geçen sadece tüm gücümle “Annem, güzel annem” deyişiydi. Güç veriyordu insana, güç. Ötesi var mıydı? Hem onun annesi hem benim annem, hem de tüm anneler için bir kez daha tüm gücümle “Annem, güzel annem.”

Seçimden bir gün önce




Yarın Türkiye'de yerel seçim var. Seçim öncesi yapılan tüm tartışmalarda, hangi kentin, hangi belediye başkan adayı ile mutlu bir geleceğe kavuşacağını konuşamadık neyazık ki. Türk halkı olarak bunu yapamıyoruz. Ayrıntılardan hep bihaber geziyoruz. Nitekim, 22 Temmuz 2007'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 47'sini alarak iktidar koltuğuna rahatça yayılan AKP'nin, yerel seçimde de bu oy oranını koruyup koruyamayacağını tartıştık durduk günlerdir. Hepimiz için 'gelecek' ifade edecek sonuçları yarın göreceğiz.

Cumartesi sabahımın ilk telefon konuşması da Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin geleceği, yani başkentimizin geleceğiyle ilgiliydi. Bizim geleceğimiz. Çok sevgili arkadaşım, "Hilalcim Gökçek kötü ama Karayalçın'ın yaptığı yolsuzlukları da unutmuyorum. Kime oy vereceğimi bilemiyorum" diyordu. Şu açık ki, demokrasi özürlü ülkemizde hiçkimse yolsuzluklar ya da kötülükler konusunda birbirinden çok da temiz değil. Yani, kimse masum değil. Benim yanıtım da sevgili arkadaşıma çok arabesk gibi görünse de "Masum değiliz hiç birimiz" şeklinde oldu. Ama arkasından eklemeden edemedim:

Gökçek tam 15 yıldır Ankara'yı yönetiyor. Sence artık 'değişim'in zamanı gelmedi mi. En düzgün, en süper belediye başkanının bile bir kenti 15 yıldan fazla yönetmeye hakkı yok. Öyle olsa, insanımız doğruyu, yanlışı nasıl bulacak. Demokratik seçim hakkını nasıl kullanacak. Gökçek'i çok sevdiğimizi saysak bile 15 yıl hem onun için hem de bizim için çok fazla. Bu ülkede, kararsız seçmenin demokrasi adına, kentinin geleceği uğruna bu hesabı yapması gerekiyor. Yok eğer "Alıştık buna. Bundan güzeli yok" noktasına gelmişsek, gerçekten "Değişim" sözcüğünü hiç alamayacağız hayatımıza. "Değişim"e inanıp, tarihinin ilk siyahi lideri Barack Obama'yı başkanlığa seçen Amerikan halkının bize öğrettiklerini anımsayalım en azından.

Şimdi, tam da seçimden bir gün önce "Karayalçın mı, Gökçek mi ya da Mansur Yavaş mı" demiyorum. Hadi bakalım, DEĞİŞİM.

26 Mart 2009 Perşembe

Hepimiz İtalyan'ız


Türkiye'nin 42 yaşındaki saygın dergisi Bilim ve Teknik, konu 'bilimin babalarından' sayılan Darwin'e gelince, hepinizin bildiği gibi sansüre uğradı. İçimiz kan ağladı, dünya aleme rezil olduk. Sansür sürecinde Türkiye kadar Avrupa da kötü bir sınav verdi. Sınavı alnının akıyla geçen ise yalnızca İtalya oldu. O yüzden "Hepimiz Darwin'iz" yerine, izninizle "Hepimiz İtalyan'ız" diyorum. Hatta "Tanrı, İtalya'yı korusun". İtalya'nın sansürün yakasına nasıl yapıştığını anlatmadan önce Bilim ve Teknik Dergisi'nin başına geleni kısaca hatırlayalım.

2009, UNESCO tarafından tüm dünyada doğumunun 200. yıldönümü nedeniyle 'Darwin yılı' ilan edilmişti. Evrim teorisi ile bilimde çığır açan bu bilim adamını, TÜBİTAK'ın çıkardığı Bilim ve Teknik Dergisi tabii ki es geçemeyecekti. Derginin genel yayın yönetmeni Çiğdem Atakuman da, tam bir bilim adamı gibi davranıp, Darwin'i kapak yapan bir dergi hazırlamıştı. Sonrasını okuduk da, okuduk. Okudukça çıldırdık. Atakuman'ın bu hazırlığı TÜBİTAK yönetim kurulunda hiç de beğenilmedi ve Darwin'li kapak tarihimizin kapkara sansürlerinden birine uğradı. Darwin'li dergi kapağını 'evrim teorisi, yaratılış inancıyla çelişiyor' diye kaldıran sansür zihniyeti, Atakuman'ı da görevinden aldı. Onca tepkinin, onca "Ayıptır, ayıp" çıkışının üstüne Darwin'li özel sayı hazırlığına girişen TÜBİTAK yönetimi, Atakuman'a yeniden "Buyur, genel yayın yönetmenliğine" dedi.

Türkiye'de sansür kıyameti koparken, Avrupa'dan konuya en yakın ilgi İtalya'dan geldi. İtalyan Senatosu Başkan Yardımcısı Senatör Emma Bonino, Darwin'e uygulanan sansür için "Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin temel kriterlerinden biri Olan basın Ve ifade özgürlüğü hakkının ihlali" dedi. Konuyu Avrupa Komisyonu'na, parlamentosuna taşıyan İtalya, tüm AB kurumlarının Türkiye'yi sorgulamasını istedi ama duyan kim. Ne yazık ki AB, AKP hükümetine sert çıkmayı göze alamadı. AKP-AB ilişkileri nasıl bir boyuta ulaşmıştı ki, Türkiye'de kıpırdayan her yaprağı gözetenler, bu kez garip bir sessizliğe bürünmüştü.

İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Carlo Marsili, AB kurumlarının aksine ülkesinin sansüre asla göz yummayacağını ve konunun takipçisi olacaklarını uzun uzun anlattı bana. İçimi rahatlatmak için. Bir de, "Tıpkı seninle içtiğim gibi Bilim-Teknik Dergisi'nin genel yayın yönetmeni Çiğdem Atakuman'la da samimi bir kahve içeceğim ve kendisine desteklerimi sunacağım" dedi. Ben bu satırları yazarken, kendini bilime adamış bir Türk ile bilimin arkasında sapasağlam duran bir İtalyan, "Darwin kahvesi" içiyor. Bana da, İslami çevrelerde "gavur icadı" denilen evrim teorisini, oturup onların gönülden benimsediği "yaratılış inancı"yla karşılaştırmak ya da analiz etmekten çok, "Hepimiz İtalyan'ız" demek düşüyor: "Hepimiz İtalyan'ız"

24 Mart 2009 Salı

Michelle gelemiyor ama...

Amerika'nın 44. Başkanı Barack Obama'nın 6-7 Nisan'da Türkiye'ye yapacağı ziyaretin hazırlıkları için Beyaz Saray'da da tatlı bir telaş yaşanıyor. Ziyaretin, eşi Barack Obama'nın 2 Nisan'da başlayacak Avrupa turu kapsamında gerçekleşeceğini ve ziyarete katılması durumunda evinden, iki küçük kızından neredeyse bir hafta ayrı kalacağını hesaplayan first lady Michelle Obama, yakın çevresine "Beni bu seferlik affedin" dedi. Ankara'ya gelip de, Türkiye'nin ilk türbanlı first lady'si Hayrünnisa Gül'le görüşmeye can atan first lady Michelle Obama, özel bir gezi kapsamında Ankara'ya gelmek istediğini de yakınlarıyla paylaştı.

Başkan Obama'nın sıkışık programı yüzünden, first lady Obama'nın gözünde Ankara ziyaretinin büyümüş olması, Amerika ve Türkiye tarafında ziyaretin hazırlıklarını yürütenleri 'şimdilik' rahatlattı. Öyle ki, siyahi first lady Ankara ve İstanbul ziyareti boyunca en çok Hayrünnisa Gül'le olmayı tercih ediyor, türbanı yüzünden eşi Abdullah Gül'ün programlarına bütünüyle katılamayan bu first lady'i yakından tanımak istiyordu. Öyle ki Michelle Obama, Türkiye'de üst düzey askerlerin ve muhalefetteki CHP lideri Deniz Baykal'ın katılması muhtemel programlarda yer almaktan 'itinayla çekinen' first lady Hayrünnisa Gül'e "Hadi, cesaret. Kadınlar her yerde olmalı" demeye hazırlanıyordu. Hayrünnisa Gül, eşi Abdullah Bey cumhurbaşkanı seçilip TBMM'ye and içmeye gittiğinde, gidip de eşini TBMM'de canlı olarak dinleyememişti. Türbanlı olduğu için tüm gözler onun üzerinde olacaktı. Oysa, Michelle Obama, Başkan Barack Obama TBMM'de konuşurken, konuşmayı Hayrünnisa Hanım'la yanyana dinlemekten yanaydı.

Tamam. Gelemiyor diyorum. Ama, bu türban konusu da burda bitmez. Ziyaret için hazırlık yapan protokolcülere de rahat uyku yok. "Beyaz Saray'dan her an 'Başkan, eşiyle geliyor' haberi çıkabilir. Yoksa herşey bir rüya mı" diye sormaktan kendilerini alıkoyamayan protokolcülerimiz haksız değil. Eeee..Ne de olsa Barack ve Michelle Obama çifti 'rüyaların çifti' değil mi... !

20 Mart 2009 Cuma

Obama: Türkçe mi, Kürtçe mi


Ankara'da tam anlamıyla bir "Obama heyecanı" yaşanıyor. Kolay değil, "Değişim" sloganıyla Amerika'yı sanki yüzyıllık uykusundan uyandırıp, kendine getiren ve üstüne, tüm dünyanın 'yaşam umudu' olan Barack Obama, Türkiye'ye geliyor. 6 Nisan'da kendisinden "Ankara'dan Obama geçti" dedirtecek Başkan Obama için devletin tüm kurum ve kuruluşları alarma geçti dersem yeridir. Çankaya Köşkü'nde ayrı hazırlıklar, Dışişleri Bakanlığı'nda ayrı hazırlıklar, başkanın uçağına kollarını açacak Esenboğa Havaalanı'nda apayrı hazırlıklar yapılıyor. Bunların hepsini en ince ayrıntılarına kadar buradan öğreneceksiniz. Nitekim, ben de son medya trendine uyup "Obama Özel yayını" yapacak gibiyim. Gittiğim her yerde Obama konuşuluyor, ne yapabilirim ki!

İşe, Obama ziyaretinin heyecanını taaa derinden yaşayan içimizden birisinden sözederek başlamak istiyorum. O da, Ankara'daki büyükelçilik görevinde daha 5. ayını bile doldurmayan Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey. Başkan Bush, görevinden ayrılmadan önce Ankara'ya yolladığı Jeffrey için "akıl, karakter ve kararlılık sahibi bir kişi" demişti, hatırlatırım. Jeffrey, gerçekten de öyle. Türkiye'de daha önce 3 kez görev yapan bu tecrübeli diplomat, 4. kez kariyer yolu Türkiye'ye düştüğünde kendini, ısrarla "Türkçe" ifade etmeye adadı. Öyle ki, hep "Şimdiiii....efffendimmm...Tabbiiii, Türkiyeee çok kilit bir ülke, önemli bir ortakkk" diye başladığı cümlelerini ustalıkla, "Herşeyyy çok güzel olacak" diye sonlandırdı. "Habeeeer" diye ağzının içine bakan biz gazetecileri ustaca sallamayı da başardı. Ama sözkonusu Obama ziyareti olunca 'özel hazırlık' içinde olduğunu çıtlatamadan edemedi Jeffrey.

Amerikan Dışişleri camiasında başta İran olmak üzere Ortadoğu ülkeleri uzmanı olarak kabul edilen tecrübeli diplomat Jeffrey, ziyaretin kendisinde yarattığı heyecanı bugünlerde herkese yine Türkçe anlatıyor: "Hazırız. Başkanı bekliyoruz. Çok yorum yapmayalım, görelim." Akıl ve karakter sahibi Büyükelçi Jeffrey'in Obama için 'özel hazırlıkları'sürüyor. Ama onun 'çok özel hazırlığı'nın TÜRKÇE'yle ilgili olacağı kesin, haberiniz olsun. Peki, Obama ziyaretinden bir de KÜRTÇE sürprizi çıkar mı? Çıkmaz demeyin...Bu ziyaret gerçekten sürprizlerle dolu olacak.

14 Mart 2009 Cumartesi

Michelle ve Hayrünnisa
















Türkiye'nin ilk türbanlı first lady'si Hayrünnisa Gül, Çankaya Köşkü'ne çıkarak coğrafyamızdaki fay hatlarında neredeyse 7.1 şiddetindeki deprem kadar kırılma yaratan eşi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le ilgili hislerini, cumhurbaşkanlığından önce şöyle anlatmıştı:

"Abdullah Bey'i ilk defa Kayseri'de, bir düğünde gördüm ve gerçekten hoşlandım. Benim teyzemin oğluyla onun halasının kızı evleniyordu. O tarihte Çemberlitaş Kız Lisesi'nde öğrenciydim. O zaman siyasetle uğraşmıyordu, üniversitede asistandı. Sakarya ile İstanbul arasında mekik dokuyordu. Bir sene kadar nişanlı kaldığımız için birbirimizi tanıma fırsatımız da oldu. 21 Ağustos 1980 günü evlendik. Beni çok genç görüp, çocukların benim olmadığını zannedenler var. Size açıkça söyleyeyim, kocamı çok seviyorum, ona hâlâ aşığım, ayrıca onu çok da yakışıklı bulurum. Kocamın Türkiye'nin kaderini değiştireceğine inanıyorum" (26 Kasım 2002.Hürriyet-Yener Süsoy röportajı)

Liseyi yarım bırakarak 15'inde kocasıyla evlenen Hayrünnisa Gül, first lady'lik kariyerinde neredeyse 2. yılını doldurmak üzere. Bir kez, eşi Abdullah Gül'le birlikte TV programına katılıp, Çankaya Köşkü'nde neler yaptığını, first lady'liğin nasıl birşey olduğunu anlatmaya çalıştı: Çok okuyorum, çocuklarımla ilgileniyorum, Türkiye'de eğitim ve kalkınma programlarını desteklemek için elimden geleni yapıyorum.

Hayrünnisa Gül, halen askerden vetolu. Türbanlı olduğu için. Eşiyle birlikte yurtdışına çıkarken, kırmızı halıdan yürüyüp askere selam veremiyor. Ya uçağa önceden geçip eşini bekliyor, ya da kırmızı halının kenarından dolaşıp askerle karşılaşmadan uçağa biniyor. Eşiyle birlikte zaman zaman Çankaya Köşkü'nde resepsiyonlara katılsa da, bu resepsiyonlara komutanlar da, eşleri de gelmiyor. Bakalım, Türkiye'de bir first lady türbanlı olduğu için daha ne kadar dışlanacak. Ya da birileri Hayrünnisa Hanım'ı dışladığını sanacak!

Türkiye'de birileri Hayrünnisa Hanım'ı gözönünden uzak tutmaya çalışsa da, Amerika'nın ilk Afrika asıllı siyahi first ladys'i Michelle LaVaughn Robinson Obama, Hayrünnisa Hanım'la 6 Nisan'da Ankara'da kucaklaşmanın heyecanını yaşıyor. Eşi Baracak Obama ile birlikte 6-7 Nisan'da Türkiye'de olacak Michelle Obama'nın, Hayrünnisa Hanım'la özel olarak ilgileneceği, ona özel hediyeler getireceği, 'kadın hakları ve dünya barışı' için özel projelerde beraber çalışma teklifinde bulunacağı bilgisi diplomasi kulislerinde dönmeye başladı bile. Kimse, "Hayrünnisa nere, Michelle nere" demesin. Princeton Üniversitesi'nden ve Harvard Hukuk Okulu'ndan mezun olan Michelle Obama, Amerikalı bir avukat olarak adından çok sözettirdiği gibi, Amerika'nın ilk Afrika asıllı siyahi first lady'si olarak da adından çok sözettirecek ve Türkiye ziyaretinde Hayrünnisa Hanım'a "Cesaretinize cesaret katmak için geldim. Kimse türbanlı olduğunuz için sizi dışlama hakkına sahip değil" diyecek. Kulağımıza bu bilgileri fısıldayan diplomatların yorumu da çoktan kayıtlara geçti: "Dünya gerçekten değişiyor"

Neden Karayalçın?

Türkiye'de şehirlerin kaderini belirleyecek yerel seçim için artık gün sayıyoruz. 29 Mart'ta sandığa gidecek Türk halkı, nasıl bir şehri hakettiğini de dünya aleme ilan etmiş olacak. Ben size Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için AKP'li Melih Gökçek ile seçime CHP'nin adayı olarak katılan Murat Karayalçın arasında kıyasıya bir yarış olduğunu söyleyebilirim. Ama Gökçek'e göre Ankara'da yarış bile yok. Yani Gökçek, kendisini çoktan galip saymış durumda. Yine de, tam 15 yıldır Ankara'yı dillere destan yönetmiş Gökçek'in 30 Mart sabahı galibiyetini ilan etmesi durumunda sevinçten göklere uçacağını sanmıyorum. Çünkü gerçekten Gökçek ekibinin Ankara için yapacak 'daha başka kötülüğü' kalmadı. Bakalım, daha neler göreceğiz.

Ne kötülükler mi yaptı? Tam 12 yıl önce İstanbul'dan gelip de Ankara'da "Bu şehir amma da sıkıcı. Ne yapılır burada" diyen, güngörmüş İstanbullular haklı çıktı. Artık onlarla tartışmaya bile gerek görmeyip, "Bırakın Ankara'yı. Karayalçın belki de can simidi olacak" diyorum.

Ankaray ve METRO. İki muhteşem yapıt. AŞTİ-Dikimevi hattındaki Ankaray, kimi zaman insana "Yaşasın medeniyet" dedirtiyor demesine ama son dönemde trenlerin her 3 dakikada bir durması ve bunun nerdeyse bir alışkanlığa dönüşmesinden sonra "Altyapısız medeniyet" dedirtiyor. Karlı ve yağmurlu havalarda onlarca görevlinin seferber olmasına karşın Ankaray istasyonlarının hep çatısı aktı. Tren seferlerinde hiçbir yenilik yok. METRO'da dolmuş ve otobüs kuralları işliyor. Kısacası, iki muhteşem yapıt insanın içini sızlatıyor.

15 yıldır Ankara'yı yöneten Gökçek'in, işleri Karayalçın'a devretmesinin zamanı geldi derim ben. Ama kömür, gıda yardımlarından ötürü Gökçek'i sevmekten vazgeçmeyecek Ankaralılar'a da......yok, birşey demeyeceğim!

Susan Hanım, sizi çok seviyorum


Benim gibi 'ne bulsa yiyemeyen', zorunlu durumlarda "karın doysun yeter" diyen, yemekle ilişkisini hep seviyeli tutan birine Binbir Gece Masalları'ndaki gibi bir ziyafet çekmeniz değil tabii ki size olan sevgimin nedeni. Tabii, bu ziyafet size olan sevgimin kaymağı, cilası, tadı-tuzu oldu. Hakkınızı yiyemem. Bana yeni yıl hediyesi olarak verdiğiniz ev yapımı marmelatların tadı da hep damağımda. Sevgi dolu, iştah açıcı bir sofraya ihtiyaç duyduğumda kapınızı cesaretle çalacağım.
Zamanın hiç önemi yok. Hiç yok! Susan Hanım'la zaman zaman karşılaştık işte: Yemeklerde, resepsiyonlarda. Benim hep "Herşey sıradanlaştı. İnsanlar ne kadar da yavan, duyarsız. Sevmeyi bilmiyorlar, hatta sevgiden korkuyorlar" dediğim dönemlerde, Susan Hanım'ın gözleri parladı. Karanlıkta hep umut oldu onun sözleri. İnsanlık dolu, barış dolu sözleri. "Neydi ki, yaşamın amacı: Tüm sevgimiz ve enerjimizle dünyanın nimetlerinden tatmak, hangi kökenden gelirlerse gelsinler insanlarla barış içinde birarada olmak, zora düştüğümüzde kendi içimizdeki güce cesaretle sarılmak."

Evet, bu kadardı. Yaşam hem koskocaman, hem de çok küçücüktü. İnsanların birbirini öldürdüğü, kültürlerin birbiri üzerine baskıyla çöktüğü, çocukların sevgisiz bırakıldığı bir dünyayı istemiyorsak içimizdeki sevgiyle bunu tersine çevirebilirdik. Sevgi her dinden, her kültürden, her inanıştan, her coğrafyadan üstündü. Çok üstündü!

Susan Hanım, bir Bahai. Lütfen siz de ona "Bilinmeyen insan" muamelesi yapmayın. Bizim nüfus müdürlerimizin yaptığı gibi. Bahai inanışına sahip olduğu ve bunu da kayıtlara geçirmek istediğinde Susan Hanım'a "Siz, bilinmeyen bir dindensiniz" diyen nüfus müdürlerimiz için "Eğitim Şart" diyorum. "Dünya tek bir vatan ve insanlar onun vatandaşlarıdır. Hepiniz bir ağacın meyveleri ve bir dalın yapraklarısınız" diyen Bahai inanışının öğretilerinden size şimdilik küçük bir bölüm sunacağım. Unutmayın, içinizde sevgi varsa, hangi inançtan olursanız olun insanlık ya da kendiniz için bir anlam ifade ediyorsunuz. Yoksa, çok inançlı olun...Gerçekten, dünyanın umurunda değil. Bakın, Bahai öğretisi ne diyor:

"Herkes, gerçeği bağımsızca araştırmalıdır. Irk, din, dil, ekonomik ve toplumsal kökenli taassuplar terkedilmelidir. Eğitim ve öğretim, evrensel ve zorunlu olmalıdır. Erkek ve kadına aynı haklar ve fırsatlar verilmelidir. Din ile bilim uyum içinde olmalıdır. Herkes bilgisini artırmalı ve bir meslek edinmelidir. İnsanlığa hizmet amacıyla yapılan her iş, ibadet kadar kutsaldır. Aşırı zenginlik ve aşırı fakirlik giderilmelidir. Uluslararası yardımcı bir dil öğretilmelidir. Ortak güvenlik ve insanlığın birliği ilkelerine dayanan uluslar topluluğu kurulmalıdır."
Dünyada çok yaygın olan Bahai inanışıyla ilgili çok özel bilgi ve ayrıntıları da sayemde birincil kaynaktan öğrenme şansınız olacak. Çünkü, Susan Hanım var!

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...