28 Mart 2009 Cumartesi

Seçimden bir gün önce




Yarın Türkiye'de yerel seçim var. Seçim öncesi yapılan tüm tartışmalarda, hangi kentin, hangi belediye başkan adayı ile mutlu bir geleceğe kavuşacağını konuşamadık neyazık ki. Türk halkı olarak bunu yapamıyoruz. Ayrıntılardan hep bihaber geziyoruz. Nitekim, 22 Temmuz 2007'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 47'sini alarak iktidar koltuğuna rahatça yayılan AKP'nin, yerel seçimde de bu oy oranını koruyup koruyamayacağını tartıştık durduk günlerdir. Hepimiz için 'gelecek' ifade edecek sonuçları yarın göreceğiz.

Cumartesi sabahımın ilk telefon konuşması da Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin geleceği, yani başkentimizin geleceğiyle ilgiliydi. Bizim geleceğimiz. Çok sevgili arkadaşım, "Hilalcim Gökçek kötü ama Karayalçın'ın yaptığı yolsuzlukları da unutmuyorum. Kime oy vereceğimi bilemiyorum" diyordu. Şu açık ki, demokrasi özürlü ülkemizde hiçkimse yolsuzluklar ya da kötülükler konusunda birbirinden çok da temiz değil. Yani, kimse masum değil. Benim yanıtım da sevgili arkadaşıma çok arabesk gibi görünse de "Masum değiliz hiç birimiz" şeklinde oldu. Ama arkasından eklemeden edemedim:

Gökçek tam 15 yıldır Ankara'yı yönetiyor. Sence artık 'değişim'in zamanı gelmedi mi. En düzgün, en süper belediye başkanının bile bir kenti 15 yıldan fazla yönetmeye hakkı yok. Öyle olsa, insanımız doğruyu, yanlışı nasıl bulacak. Demokratik seçim hakkını nasıl kullanacak. Gökçek'i çok sevdiğimizi saysak bile 15 yıl hem onun için hem de bizim için çok fazla. Bu ülkede, kararsız seçmenin demokrasi adına, kentinin geleceği uğruna bu hesabı yapması gerekiyor. Yok eğer "Alıştık buna. Bundan güzeli yok" noktasına gelmişsek, gerçekten "Değişim" sözcüğünü hiç alamayacağız hayatımıza. "Değişim"e inanıp, tarihinin ilk siyahi lideri Barack Obama'yı başkanlığa seçen Amerikan halkının bize öğrettiklerini anımsayalım en azından.

Şimdi, tam da seçimden bir gün önce "Karayalçın mı, Gökçek mi ya da Mansur Yavaş mı" demiyorum. Hadi bakalım, DEĞİŞİM.

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...