24 Kasım 2010 Çarşamba

Mülteciler çöp değildir... Peki, nedir ?

Sen de kimsin, senin ne işin var Türkiye’de? Niye geldin, n’oldu? Böyle sorular olmaz tabii. Burada amaç, karşımdaki kişiyi nasıl sorguya çektiğimi, sorgularken nasıl en ciddi tavrımı takındığımı göstermektir ey okur. ‘Okur’ dediğim kişi, kendini biliyor artık. Hele benim, ruhumu okuyor. Hangi durumda geyik boyutundayız, değiliz, farkındayız değil mi. Altyazı sistemine son verdik bundan böyle. Aferin... Hem size, hem bana.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres var karşımda. Ankara’ya geldim, kiminle buluşuyorum, işe bak. Portekiz’de bir dönem başbakanlık yapmış ama. Hiiişş, önemli bir şahsiyetle başbaşayız. Hem bana diyor ki, “Ben Türkiye’ye ilk geldiğimde, sen daha doğmamıştın bile...” Yani, saygımız sonsuz kendisine. Birden rakamlar uçuşuyor havada. Türkiye’de 6 bin mülteci, 4 bin de sığınmacı varmış. Irak, İran ve Afganistan’dan kaçanlar, Türkiye’ye sığınıyorlarmış. Vah yaaazıkkk.... Kaçmışsın, daha doğru düzgün diyarlara git değil mi...

Konuyu dağıtanı gebertirim. İş çok ciddi. Portekizli amca, mültecilerin korunmasından tut, onlara doğru düzgün hayat standardı sunmaya kadar uluslararası pek çok konuda Türkiye’yle işbirliği yaptıklarını söylüyor. Türkiye, gene kritik önemde. İyi de neden. Neyse ki yanıma zehir gibi bir monşer düşüyor da o sıra, zihnim açılıyor. Biliyor musun okur, biliyor musun: Uyuşturucu, silah, göçmen... hayır, kadın yok. Bu üç konu dünyada yaşanan en büyük sorunların başlıkları. Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yaşadığı en büyük sorun da yasadışı göç. AB’ye yasadışı yollardan giren 100 kişiden 80’inin Yunanistan’dan girdiği tespit edilmiş. Yunanistan’a gidenlerin en az yarısı da Türkiye üzerinden geçiyormuş. Doğu’yla Batı arasında nasıl bir köprüyüz anlayın. AB ülkelerinin sınır konuma konusunda uzmanları Türkiye-Yunanistan sınırında nöbet tutuyor. Sınırdan kaçıp gelenin sonu cidden harap. El insaf insanoğlu...Nerde hukuk? Türkiye’de mi, Yunanistan’da mı ? C-Hiçbiri... yok yok,, Türkiye’de ilerleme var.

Sınırdan kaçışlar, mülteciler konularında ilerleme kaydetmek için çalışan Türkiye, duvarı delmeye hazır. Yani, ilk kez bir iltica yasası çıkacakmış. Çalışmalar sonlanmış. Seks köleleri, köle gibi çalıştırılan işçiler, böbrek hırsızları... bekleyin, artık siz de adam gibi yaşam koşullarına sahip olacaksınız. Türkiye, becerir mi, becerir. Hah, gelelim Portekizli Guterres’e. Ankara’da görüşmedik yetkili bırakmamış. “Madem adam gibi iltica yasası çıkarıyorsunuz, biz size yardımcı oluruz” düşüncesinde. Ne iyi adam, ne iyi... Ama birden canım sıkıldı. Kendi ülkesinde var olamamış, ya siyasi nedenlerle ya parasızlık yüzünden, ya da işte olmamış, açamamış kendi topraklarında... onlarca insan yollara düşüyor. Ne için... Yaşamak için... Daha fazla yazmayacağım. Çok sıkıcı konu ama siz de şunu bilin: Mülteciler ‘çöp’ değildir. Evet, bu cümleyi bir yerden yürüttüm. Konuyu sıkıcı olmaktan çıkarmış, başarılı. Ne demiştik. Mülteciler konusunda duyarlı oluyoruz. Ben olacağım. Konuyla ilgili ayrıntılı yazılarımda buluşuruz.

2 yorum:

Yavuz YURDAKADİM dedi ki...

Evet Hilal hanımefendi Mülteciler çöp değildir ama dünyanın gerçeği hiçde öyle değil. Mülteciler yer tarih bakımından kimi zaman katledilmişler, kimi zaman hor görülmüşler, kimi zaman köle gibi eziyet edilmişler, kimi zaman etinden, kimi zaman çok afedersin sütünden faydalanmışlar. İnsanoğlu garip ve bir o kadarda acımasızdır. Özellikle medeni dediğimiz ülkelerde sığınmacı, mülteci olan insanlara insanların balışları çıkarları uğruna çok farklı boyutlarda. Dünya'nın gerçeğini kabul edeceğiz ama senin baktığın açıdan bakarak savaşmayada devam edeceğiz.

Hilal Köylü dedi ki...

Duyarlığınız için çok teşekkür ederim. Her mülteci haberi yazdığımda içim sızlar.. İnsanların zalimliği, kötülüğü, acımasızlığı gelir aklıma.... İnsanın insana ettiğini kimse etmiyor ama kötülere karşı hep birlikteyiz... Evet, mücadeleye devam...

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...