22 Kasım 2010 Pazartesi

Haydi Barcelona. Lets kiss... Chanel Lover number 9... Kızlarla öpüşüyoruz!. (2)

Saate bakmayı hiç istemiyorum aslında. Ama kolumdan çıkarmıyorum saatimi. Her dakika, her an içime işlesin istiyorum. Öyle de oluyor. Barselona, tüm güzelliğiyle başımı döndürmüş olsa da,  “Hadi canım sen de. Nerede olduğun değil, kiminle olduğun”  önemli diyorum. Birbirine sevgiyle, kahkahayla, yaramazlıkla sarılmış 5 genç kadınız biz. En çok bana yakıştığına inansak da hep birden Chanel Lover number 9’la dudaklarımızı boyuyoruz. Birbirimizin dudaklarını hatta. Benim güzel kırmızı rujum, dudaktan dudağa geziyor. Ver onu bana, ben de senin kadar güzel dudaklarım olsun istiyorum. Makyaj tamamsa, haydi şimdi sokağa çıkalım...

Katalunya yemekleri yiyeceğiz, insanı sinir edercesine güzel Barselona sokaklarından sonra. Evet, yanlış duymadınız. Sokaklar, kendini yedirecek kadar lezzetli. Gaudi denen adamın sadece mimar olmadığı kesin. Uçmuş, yere inmiş, sonra bir daha kanatlanmış, renkleri şekillerle seviştirmiş, kalbini kırmış tuğlaların, muzip oyunlar oynamış porselenlerle, mozaiklerle. Katalan mimarın en dudak uçuklatıcı binalarının en güzel şekilde sergilendiği Barselona’ya, ondan sonra da hep adam gibi belediye başkanlarının, yöneticilerinin geldiği kesin. Bir şehir bu kadar renkli, bu kadar düzgün ve bu kadar iştah açıcı olabilir. Şehircilik üzerine ahkam kesmekten öteye gidemeyen sivri Türk yöneticilerin az olsun görmesi şart Barselona’yı. Ama görmek, anlamak mı, orası ayrı mesele.

Vınnnnn, vınnnnnn... Motorsiklet sesi, bisiklet dönüşleri. Haydi atla arkama, seni sahile götüreceğim. Avrupa’da motorsikletin ve bisikletin en çok güzelleştirdiği kentin de Barselona olduğunu öğrenin. Motorlar için yapılmış minnacık park yerlerine bakıp da azgınlaşmayan yok. Bineceğim diyorum, biniyorum. Kızlar arkamda. Sonra motorsikletli çocuklara takılıyoruz. Sonu yok, gidiyoruz. Gidelim. Sonra duraklayalım. Bir Sangria molası, sonra devam. Evet, hayat aynen böyle devam ediyor.

Ben kurbağa bacağı tadacağım. Özledim. Öyleyse tamam. Yemediğimiz et kalmasın şehirde. Luis akıllı mimar. Bizi süper bir restorana götürüyor. Yanımızda bir Luis, bir de Gama yok değil elbet, daha diğer Katalanlar. Yerli halkla gezmek şart arkadaşlar. Ben ne şanslıyım ya. Yok yok, bütün kızlar şanslıdır. İyi, güzel ve samimi arkadaşı olan kızlar. Birbiriyle ruj paylaşan, birbirinin saçını yapan,  birbirine güç veren.. dahası da var.. yapma Karolina, yapma Shona. Öpüşmeyin desem de öpüşüyorlar. Bak sonra Katalan çocuklar “Lesbianism,,, ya da Lesbos” diye diye dalga geçecekler.  Hiiiii, Gama sen de mi... öpecek misin.. öyleyse öp, öp, öp...  “Seviyorsan öpersin. Şimdi kim takar seksi “ dese de Gama, daha gece klubüne gideceğiz... Tamam, tamam... önce öpüşelim. Haydi Barcelona, haydi öpüşelim...

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...