Atla bir vapura, gemiye ve asla arkana bakma. Keşfet... ! Pozitif enerji yayma konusunda beni bile sollayan Rene’den, İstanbul gezimizle ilgili bu son blog yazım için gelen fotoğrafta, boğazdan geçen bir gemi ve o gemiye, uzun bakışlar atan bir kadın vardı. Bir erkek, balık tutmaya çalışıyordu mavi sulardan. Köprünün ihtişamı, açık gökyüzünde uçuşan martılar ve etrafı sarmalayan laleler… Evet, aklınızdaki İstanbul kareleri daha çok depreşsin diye anlatıyorum fotoğrafı. O karelerle yeniden, yeniden hülyalara dalın diye de, Rene’nin bu yazı için değil, ‘İstanbul hatırası’ niyetine gönderdiği ‘ikimizin’ fotoğrafını koyuyorum…
Pazar kahvaltısı için atladık vapura, Anadolu yakasıyla kucaklaştık. İstanbul’da pazar sabahına uyanmıştık ve bir gece önceki kadar yepyeniydik. Kahvaltıda İstanbul’un Güney Afrikalı ressamlarından Diana Page ve sıkı bir diplomat eşi olan Lucy Boscher de vardı. Page, İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında nefis sergiler açmayı planlıyor. Öyle güzel notları var ki, minicik not defterinde, iç eriten cinsten. Nasıl ben yazıyla not alıyorsam, o da çizgiyle not alıyormuş gördüklerini. Not defterini karıştırırken, bir göklerde uçtum, bir denizlerde gezindim, bir renklere boyandım. Hey İstanbul, kimler senin ekmeğini yiyor. Helal be. ! Lucy de, Güney Afrika’da keşfettiği timsah, zebra, leopar derisi çantaları çok özel tasarımlarla İstanbul’a getirip, İstanbul modasında yeni ufuklar açıyor. Meraklıları için buraya yazıyorum. Facebook’da sayfası var. Arayın, bulun: Luci’deMila Luxury Leather Goods
Tam bir dünya karması modunda Anadolu yakasında yürüyüşe çıktık. Diana ve Lucy önde, Rene ortada, Hilal takipte, Urban en arkada. Günlerdir yürüyorduk sanki, kilometreler sadece bu kadar yürümeye dayanamayan zavallı Hilal’in umurundaydı. Tamam Rene’yle Ankara’da Eymir Gölü’nün etrafında 11 km. yürümüşlüğüm var ama kardeşim İstanbul bu kadar da, karım karım karışlanmaz ki. Benim her ‘geri dönsek mi’ çıkışıma yanıt geliyordu önden: Never look back. “Hilalcim, keşfe çıktık” diyen sesler yükseliyordu. Tamam tamam anladık: Catch a cruise-liner in İstanbul…never return on your patch…explore.. !
Daha ne yazayım da, hem kendimin hem de sizin canınızı sıkayım. Boğaz kenarında içilen çayları mı, 2-3 lirayla bile mutlu olanları mı, parkta uyuyan zavallı bir amcanın “İstanbul benim” deyişini mi, “Hüzün de üretir, mutlulukta” açıklamalarını mı… Ne yazsam bilmem ki. En iyisi her seferinde yeniden keşfetmek İstanbul’u. İstanbul için her seferinde kadeh kaldırmak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük
Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...
-
Kız çocukları babalarından bahsederken sanki bir film kahramanından sözederler. O kahraman hırçın, korkunç, garip olabilir çoğu zama...
-
Türkiye’nin zencileri ve beyazları olmadı hiç. Kimse kimseye “senin rengin siyah” diye öfke beslemedi. Tüm çocuklar kardeşçe futbol oynadı s...
-
Simitçiye de sordum: Sen hangi sesi duyunca mutlu oluyorsun? “Her türlü günaydın bana hayat veriyor” dedi, kocaman gülümsedim. Onun sokağı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder