28 Ağustos 2009 Cuma

Hadi işine Rasmus'cuuuum...!!!


N'oldu? Haliç'te iftar yapamadın, Ankara'da iftar yaptın Erdoğan'la. Yedin, içtin. Demek öyle, "Sıradışı ve özel bir deneyim" oldu senin için iftar. Bir de bunu, üstüne basa basa Davutoğlu'yla basın toplantısında söyledin. Hz. Muhammed'le dalga geçen karikatürler yüzünden İslam dünyasıyla hiç de gerginlik yaşamamış gibi yaptın. Haaa, bak bu noktada Hocamız Davutoğlu'ndan da destek gördün. Sayende öğrendik ki, Davutoğlu da güzel 'mış gibi' yapıyor. "Afganistan için daha çok destek, daha çok destek" diye tutturdun, 'mış gibi' yapabilen Davutoğlu'ndan da söz aldın. Ne istiyorsun Türkiye'den, bir tam anlayabilsem, daha mutlu olacaktım ama emin olamadım. Tamam güzel de 'güçlü ortaklık' diye tutturman, güçlenip ne yapacaksın? Amacın ne? Güzel açıklama: Terörün Afganistan'a sığınmasına göz yumamayız. Yumma daaaa, ne yapacaksın, ne? Bunun için Türk askerini mi çarpıştıracaksın orda? Mümkün mü, mümkün mü?

Bu Rasmussen'in abidik-gubidik konuştuğu yetmiyormuş gibi, Hocamız Davutoğlu'nun 'bır, bır, bır, bır...mır, mır, mır' konuşma halleri de 'hayırlı cuma'mızı daralttı da, daralttı. Hocam, belki bir gün tane tane konuşur, biz de güzel güzel not alırız umuduyla ne zamana kadar çekeceğiz bu daraltıyı bilemiyorum. "Asker talebi yok" diyorsunuz da, niye biz "Asker göndermiyoruz" demiyorsunuz. Bir gün önce Erdoğan'dan "Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi ol" dayağı yiyen Rasmussen, bir gün sonra nasıl sizin 'dostunuz, kardeşiniz' oldu, niye açıklamıyorsunuz. Bu mudur diplomasi...Budur...Yok Hilal yok, sen kudur. Madem sıkışmış bu Rasmussen Afganistan konusunda...Bastır Türkiye, bastır. NATO'da ağırlık kazan, Yunan'a gol at, İslam Konferansı Örgütü'yle NATO'yu biraraya getir, evir, çevir, kemir....Sonra öğrendik ki, yapacak Türkiye bunu. Cin olmuş, şişeden çıkmış Rasmussen, demiş ki "Yeter ki, Afganistan'ı kurtaralım. Dilesin Türkiye benden, ne dilerse"...Vayyy,,,Haydi Türkiye, haydi...Yen şu Rasmussen'i...

Ben sıkıldım ya Rasmussen'den, o anıt misali haberimi yazdıktan sonra soluğu Afganistan konusunda uzman bir Avrupalı diplomatımın yanında aldım. Daha ben hiçbirşey anlatmadan, güldü gevrek gevrek..."Hadi işine Rasmus'cuuum, hadi işine. Afganistan çok uzak ve kimse oraya çarpışacak asker gönderemez. Hilal, şehit anaları bir de Afganistan'da ölecek askerler için ağlayamaz"...Aaa, bak sen şu NATO müttefiki diplomatın dediğine...Dediği gibi de içtim kahvemi, Rasmussen'i unuttum...Yoksa gerçekten onun dediği gibi mi olacak. Yani Afganistan iyice kayıplara karışacak, Rasmussen de Afganistan bataklığından çıkamayacak. Karzai'nin kardeşi Amerika'dan almış bir otel. Paranın kaynağı eroin, esrar, haşhaş. Afgan halkı da böyle geçinip, gidiyor, kadınlar, çocuklar, ölüyor. Ve NATO, doğru düzgün çözüm üretemiyor. Hiçbir NATO müttefiki de, Afganistan'a savaşsın diye asker göndermek istemiyor. Benim bir kahve daha içmem gerekiyordu bu sohbetin üstüne, içtim de...Eee, Mr. Rasmussen, sen ne yapacaksın. Göreceğiz elbet, göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...