10 Haziran 2010 Perşembe

Monşer diplomasisine SON...

Aslında bugün Başbakan Erdoğan’ın ‘monşerler’ diye ikide bir yere çaldığı kesimin kimler olduğunu daha iyi anladım. Hiç de Dışişleri Bakanlığı’nda harıl harıl çalışan diplomatları kastetmiyordu. Bir zamanların ‘halktan kopuk, kendini yükseklerde gören’ diplomatlarından da sözetmiyordu. Onlar çoktan tarih olmuştu. Olsaydı, ben de birine rastlar, buraya yazardım. Haa, dün bir tanesi televizyondaydı. İnal Batu. Bakan Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik’ kitabıyla dalga geçip, Türkiye’nin ‘stratejik bir sığlıkla’ BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım karar tasarısına ‘hayır’ oyu kullandığını söylüyordu. Türkiye, Amerika ne derse onu yapmalıymış. Dünyayı karşısına almamalıymış. Nesine güvenmiş de, ‘hayır’ oyu kullanmış. Her cümlesi ayrı klişe... Not alıp, gazeteye haber yapayım diye düşündüm ama sonra hiçbir cümlesini yanyana getirip de,mantıklı bir metin oluşturamadım.

Bu ‘monşer’lerin, yani Erdoğan’ın sözünü ettiği kesimin temsilcileri her yerde. Bunlar at gözlükleriyle etrafa bakmakta ısrar eden, evrendeki değişim ve devinimden bihaber, sadece kendi düşündüklerinin doğru olduğunu düşünen tipler. Farklı görüş, düşünce ve duruşa tahammülü olmayan tipler. Dediğim dedikçi tipler. Olayları analiz edip, eleştirirken illa ki iğne, hatta çuvaldız batırmayı, kanatmayı seven tipler. “Al sana da böyle geçiriyorum” diye, oturduğu yerden gazel okuyanlar.

“Yalnız kalabilirim, hatta hiç dostum olmayabilir. Eğer doğru bildiğimi yapıyorsam, yalnızlık kimin umurunda...” İşte bu sözleri size Amerika’nın ilk siyahi lideri Barack Obama’nın “Babam ve Hayaller” kitabından yazıyorum. Amerika’da ırkçılığın kol gezdiği dönemlerde, doğru bildiğinden şaşmayan, özgürlük ve eşitlik için tüm nefesiyle çalışan bir grup ‘kutsal insan’dan sözediyor Obama, bu kitabında. En çok da Kenyalı babasından. Daha çok, “siyahların da sözü dinlenebilir” inancından şaşmayan beyaz Amerikalı yakınlarından. Yüksek kalitede bir Batılı olduğunu düşündüğüm bir arkadaşım, seçim kampanyasından hemen önce “Amerikalılar, asla bir siyahı başkan seçmez” yargısındaydı. İnsanlara bakarken ‘siyah-beyaz’ diye düşündüğünü, hayretle görüp ona koca bir ‘byeeee’ demiştim. O siyahi, o babası Kenyalı, bugün Amerika’nın ilk siyahi lideri. Barack Obama.

Neymiş efendim. BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım karar tasarısına ‘hayır’ oyu veren Türkiye yalnız kalacakmış. Tahran’la uranyum takası imzalayan Türkiye, konseyde çekimser oy kullanmalıymış. Başbakan Erdoğan, Dışişleri’ndeki diplomatlara kızgınmış. Kendisini yanlış yönlendirdiklerini düşünüyormuş. O yüzden “Gidin, konseyde ‘hayır’ deyin” demiş. Türkiye’nin İran’la ne işi varmış. Türkiye, İran’a yaptırım kararını nasıl uygulayacakmış? Dünyadaki değişimi göremeyen, bir grup at gözlüklü bunlar. Hatta, ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in “Suçlu AB. Kötü davrandılar, Türkiye’yi doğuya ittiler” mesajını bile kavrayamayanlar. Aslında bu monşer dedikodu ve safsatalarından uzaklaşıp, size Amerikan yönetiminin kendi bilmez AB’ye İran konusu vesilesiyle verdiği mesajların içeriğini yazacaktım. Sonra, sonra,,,az sonra.. !! Haaaa... korkmayın.. Türkiye değil, yalnız kalan... Yalnız kalan AB... !

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...