23 Haziran 2010 Çarşamba

Monsieur /Mr. Mevlut Çavuşoğlu....Avrupa Konseyi'nde bir Türk başkan, mösyö Çavuşoğlu

Oturumu açıyorummm, aaaçtım ! Şu zihninizi allak-bullak etmeye çalışan "Türkiye’nin ekseni mi kayıyor, Türkiye Batı’ya değil de, Doğu’ya mı gidiyor" sorularıyla başlayan tartışmalara aldırış etmeyin lütfen. Gerçek Türkiye’nin yapacak çok işleri var. Demokrasi, hak, hukuk, adam gibi yaşam standardı değil mi aradığımız. Medeniyet ve kalitenin peşinden koşuyoruz. Koşanlara, gönülden destek oluyoruz. Gerisi, gerçekten safsata. !

Avrupa Konseyi’nin yasama organı niteliğindeki Parlamenterler Meclisi’nin başkanlığını Ocak 2010’dan beri yürüten Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikte, konseydeyiz. Hişşşt, ses yapmayın.. Çok ciddi bir durum var ortada. Avrupa Konseyi, 1949’da kuruluyor. Türkiye de kurucu üye. Evet, Avrupa’dayız. Konseyin parlamenterler meclisinin başına bugüne kadar bir Türk parlamenter, nedense seçilemiyor.( Uyuz diyorum size bu Avrupalılar. Gürültü yok Hilal, devam, devam… ) Hatta başkanlık koltuğuna hep Batı Avrupalı parlamenterler oturtuluyor. 5 Fransız, 4 İngiliz, 3 İspanyol, 2 Alman, 2 Hollandalı, 2 Belçikalı, 2 Avusturyalı, 1 Danimarkalı, 1 İsveçli ve de 1 İsviçreli, başkanlık koltuğunda boy göstermiş bugüne kadar. Ama şimdi, ama şimdiiii.... “Viyana’nın doğusundan bir ülkeden” yani Türkiye’den seçilmiş bir başkan var ortada. O biiiiirrrr Radikal,,,, O birrrrr Türk !

Valla bir "koltuğum kabardı" durumu sözkonusu. Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi’nde Parlamenterler Meclisi Başkanı olarak nasıl çalıştığını hepinizin görmesini isterdim. Açın televizyonları açın, gazeteleri okuyun. Hatta daha kolayı var. Blogum hizmetinizde. “Hiii, öcü İslam” korkusunun dalga dalga yayıldığı bir Avrupa ortamında müslüman bir Türk, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi başkanlığına seçiliyor. Çünkü, Mevlüt Bey’in çalışkanlığı, aktifliği dillere destan bu alemde. Ayrıca, 11 Eylül olayları sonrasında Avrupa Konseyi, dinlerarası diyaloğun Avrupa’daki düşünsel merkezi olarak tanımlanmış. Benim gibi bir Radikal’e bile tolerans gösteren Mevlüt Bey’in, dinlerarası diyalogda başarıya ulaşacığına eminim arkadaşlar. Altına imza atıyorum. Ortada ciddi bir tolerans var. Bana ‘kendini beğenmiş’ deyin, 40 yıl küserim size ama Mevlüt Bey “PKK, daha çok büyük boyutlu saldırılar gerçekeştirmedi. Kınamaya değmez” diye düşünen Avrupa Konseyi’nin Norveç’li uyuz Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’a bile, büyük bir olgunlukla Türkiye’nin ve dünyanın gerçeklerini anlatmaya çalışıyor. Ben olsam, valla çarpardım o herife...Ankara’ya gelecekmiş zaten, icabına bakacağım onun ben, merak etmeyin.

Çavuşoğlu'nun bu anlı-şanlı göreve seçilmesinin ardından, Kasım 2010'da Türkiye, Avrupa Konseyi'nin karar organı bakanlar konseyinin dönem başkanlığını altı ay süreyle devralacak. Şöylee, güzel bir parmak hareketiyle Avrupa’ya eksen nedir gösterebiliriz değil mi... Bence evet. Avrupa’nın kalbinde, Strasburg’da Avrupa Konseyi’nde ‘aslanlar gibi çalışan’ bir başkanımız var. Bi dakka, bi dakka, bu nasıl bir çalışkanlık. Ahan da okuyorum. 1968 doğumlu Çavuşoğlu, bugüne kadar Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı seçilmiş en genç Avrupalı parlamenter. Yurt içinde AK Parti Dış İlişkiler Koordinatör Başkan vekilliği ve Türkiye-ABD Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığı görevlerini yürütüyor. Avrupa’daki parlamenterler meclisinde ise Siyasi İşler ve Denetim Komisyonu üyelikleri, Belarus Alt Komitesi üyeliği, Göç Komisyonu Alt Komite Başkanlığı, “1932-1933 Yılları Arasında Ukrayna’da Kıtlığın Sebep Olduğu Kitlesel Ölümlerin Uluslararası Düzeyde Kınanması (Holodomor) ve Eski SSCB’de kitlesel kıtlığın 75. yıldönümü” başlıklı raporun raportörlüğü ve AKPM’de en büyük üçüncü grup olan Avrupa Demokratlar Grubu Başkan Yardımcısı ve Sözcülüğü yapıyor. Allah’ım hepimize böyle bir CV… Amin..!!

1 yorum:

Unknown dedi ki...

"Mevlüt Bey'i can-ı gönülden destekliyoruz. Avrupa, Avrupa... duy sesimizi... Bu gelen, Türkiye'nin ayak sesleri... !!! "

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...