Kızılay'da metrodan indim, yukarıya doğru yürüdüm. Işıl ışıl bir, 1 Mayıs sabahı. Gazeteye doğru adım attıkça umut fışkırdı mutlu ağaç dallarından, bahar mavisinin tadını çıkaran gökyüzünden. Gerçek bir değişim, gerçek bir dönüşüm kokuyordu her yer. 1 Mayıs çocuğuydum. Kalbim İstanbul'daydı, kalbim Taksim'deydi. "Kutlayamazsınız, başaramazsınız, kavga olmadan olmaz" diyenlere "hayır" diye bir kez daha bağırdım içimden. 1 Mayıs 2010'u göstermektedir takvimler. Ve Taksim'e gönderdiğim kalbim, heyecandan patlamak üzeredir. Ve Türkiye, benim ülkem değişmektedir.
Çalışıyorum şimdi ofiste. Taksim'de yüzbinleri görüyorum televizyon ekranlarında. Olay yok, kavga yok. Bayram var, sokaklarda. 32 yıldır 1 Mayıs kutlamalarına kapalı olan Taksim, mutluluktan havalara uçmuş bugün. Yüzbinler Taksim'de "1 Mayıs..İşçinin, emekçinin bayramı..." şarkısıyla çoşuyor. Kutu kutu reçel, bu da sana geçer. Diyorum. Kime? "Hilalcim, siz Türkler beceremeyeceksiniz" diyen Avrupalı arkadaş bozuntularıma diyorum. Bu 'bozuntu' lafını çevirmek için çok sözlük karıştırdım ama açıklamalarım onların da hoşuna gitti. 1 Mayıs kutlamaları Taksim'de coşkuyla bittiğinde telefon açıp da bana "Bozuntular, seni öper" diyen siz Evropalılar'ı buradan sevgiyle selamlamayı da kendime bir borç biliyorum.
Kimi küçük görür bu değişimi. Haklıdır. Taksim'de yürüyebilen işçi, toplu sözleşme ve grev gibi temel haklarını ne kadar kullanmaktadır ve bu haklar ne kadar saygı görmektedir diye sorabilir. Anayasayı değiştirirken, memura toplu sözleşme hakkını verip de grev hakkını yok sayan AK parti, gerçekten Türkiye'yi ak günlere taşıyabilecek midir. Uzasın gitsin bu sorular içinizde, kafanızda, ruhunuzda, kimyanızda, damarlarınızda. Ama önce, ama önce "Değişim" sözüne inanın. Umutsuzsanız, 'olmaz' diyenlerdenseniz ağaçlara, yapraklara, ışıldayan güneşe bakın bugünlerde. Küçük değişimlerle başlayın. Eleştirirken, yerlere vururken, sevin ülkenizi. Neden? diye sorarsanız, hatırlatırım size: Burası Türkiye. Tarih: 1 Mayıs 2010.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük
Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...
-
Kız çocukları babalarından bahsederken sanki bir film kahramanından sözederler. O kahraman hırçın, korkunç, garip olabilir çoğu zama...
-
Türkiye’nin zencileri ve beyazları olmadı hiç. Kimse kimseye “senin rengin siyah” diye öfke beslemedi. Tüm çocuklar kardeşçe futbol oynadı s...
-
Simitçiye de sordum: Sen hangi sesi duyunca mutlu oluyorsun? “Her türlü günaydın bana hayat veriyor” dedi, kocaman gülümsedim. Onun sokağı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder