Milimetrik hesaplar, küçücük detaylar. İnce bir ruh her şeyi
düşünmüş işte. Madem yaşayacağız doğru düzgün yaşayalım değil mi ama. Her gün
lanetler okumanın, her gün ölmenin anlamı yok bu dünyada. Örneğin; evden işe,
işten eve adam gibi git gel. Sen yeter ki işe git; ben sana otobüsler, trenler,
uçaklar yaparım. Sadece evler, arabalar yok bu dünyada. Çiçekler, böcekler,
ağaçlar, parklar var. Sen yeter ki sev. Ben sana çiçekler fışkıran, gökyüzünü
yırtıp geçen ağaçlar veririm. Sen yeter ki sen ol. Kalbini aç ve tüm gücünle
sevmeye çalış.
Bize filmlerde gösterirler, anlatırlar hep. Biz uzaktakiler;
bilmediğimiz hayatlar için ipuçları çıkartmaya çalışırız ama pek de
beceremeyiz. Becermek için gidip, dünya gözüyle görmek üstüne bir de derin
derin felsefe yapmak gerekiyor. Tam 13 yıl aradan sonra yeniden Japonya’dayım.
13 yılın bir ülke hayatında büyük kilometreler olmadığını deneyimlemiş bir Türk
olarak, ‘çok daha bir şey değişmemiştir’ hesabıyla bu minik ama dev insanların
arasına tesadüfen daldığımı söyleyebilirim. Her şey tesadüf mü, değil mi
tartışması var ya. Onu da burada netleştirdim. Japonya yazılarımı okudukça
hissiyat sahibi okurlarım zaten neyin ne olduğunu anlayacaklar.
Şeker kız güzel çizgi filmdi değil mi ama. Star Wars’ın
bugün kapısında kuyruklar bitmiyor. Uçan kaz, hep uçsun istedik. Çizgi
filmlerdeki gibi olamaz mıydı insanlar. Evler, arabalar hatta aşklar. Biz
büyürken sadece çocuk kitaplarımız, oyuncaklarımız, filmlerimiz, dizilerimiz
değil hayallerimiz de hafiften çekilmiş hayatımızdan. Ayyy içim şimdi fena
sızladı. Oysa bak; o küçümsediğiniz çocuk hayalleriniz bir kente, bir ülkeye
modernizm getirebiliyor. Tamam; hızlı trene kafayı takabilirsin de; her yıl
bunun en üst modelini yapacağım, insanları daha çabuk gidecekleri yere
ulaştıracağım diye uğraşırsan bizim ancak filmlerde olacağını düşündüğümüz
şeyler olur. Hayaller gerçek olur. Gerçeğin en sağlam bacağı hayaller değildir
de, nedir? Burada demek istiyorum ki; 150 milyon
nüfuslu Japonya; hayalleri
ciddiye alıyor. Akıllı bir mühendis bir diğerini buluyor ve olanlar oluyor. Ne
mi oluyor?35 milyon nüfuslu Tokyo’dasınız örneğin. Trafik ışıkları tüm
engellileri de düşünecek şekilde ayarlanmış. Biz; yeşilde geçerken değişik bir
sinyal çalıyor. Görme engelliler o sinyale göre hareket ediyor. Ve bu sinyal
her ışıkta değişiyor. Görme engelliler asla yanılmıyor. 35 milyon nüfuslu Tokyo’da
karşıdan karşıya geçerken kaos değil, ahenk yaşanıyor. Herkes sırasını biliyor.
İnsanlar; nefis kuyruklar oluşturuyor. Her şeyin bir yolu, yordamı var.
Mühendislerin hayatı kolaylaştırmak için geliştirdiği her sistem; sokakta
yerini alıyor. Eee, insanlar eğitiliyor. Böyle bir şey mümkün.
“Hep mümkünleri konuşalım” diyor Rene. Hiç itirazım yok. Hep
mümkünleri konuşalım. Meşhur Şinkanzen’e, o beyaz ata, o uzay trenine, o
heyecan veren vagonlara atlayalım da Kyoto’ya gidelim mesela. Bir matcha
(maça)içelim, geyşa bir hanımefendi bize “Kalbinizi açın ve sevin” desin.
Sevmek neymiş, anlatsın.
16 günlük Japonya seyahatimde Tokyo ve Kyoto’da temaslarda
bulundum. Hilal’in Notlarını okuyanlar bilir. Burası bir tur rehberi değil.
Burası bir his rehberi. Elbette; bir toplumun çelişkilerini de görür,
okursunuz. Ama önce güzellikleri görmekte fayda var. Haydi ruhumuzun biraz
tozunu alalım. Kalbimizi açmak ve sevmek neymiş biraz düşünelim.
2 yorum:
Az ve öz yazıp ne çok açıklamışsın. Çok keyifli ve hoş bir gezi yazısı; tatlı bir his rehberi.
Devamı gelecek Japonya yazılarının... Teşekkürler.
Yorum Gönder