Kalp kolay kolay açılır mı? Filozof yolunda kendi kendine
gülümseyerek yürüğünde insan; sanki bir anda kuşların dilini anlamaya başlıyor.
Kedilerle konuşmak kolaylaşıyor. Yapraklar sıcak bakışlarla canlanıyor. Kalbin
çoktan açılmış bile. Bu masalsı yürüyüş seni nereye götürüyor bil bakalım.
Dünya; aslında güzel bir orman. Ağaçlar çılgınca gökyüzüne yükseliyor. Yükseliş
hiç bitmiyor. Kimbilir, belki de büyük bir yanılgı bu. Kocaman yeşil yapraklar
küçük balerinler gibi dansediyor.
Yeryüzü de cennetin bir kopyası; bunu biliyoruz artık. Ama
Kyoto; kocaman bir kopya sanki. Filozof yolunda gerçekle rüyanın karıştığı
yetmiyormuş gibi bir de çılgın bir ormana dalınca dönsün dünya dönebildiği
kadar: İstediği kadar. Dünyanın altını üstüne getirdim. Ben böyle güzel bir
orman görmedim: Bambu ormanı. Sanki yer-gök birbirine karışıyor, sanki yer-gök
birbirinden ayrılıyor. Bütün mesafeler; bütün uzaklıklar, bütün yakınlıklar
birbirinin yerine geçiyor. Ruhunuzdaki tüm yanılgılar yepyeni bir gerçekliğin
emrine girmeye hazırlanıyor. Güneş süzülsün, tavandan sarkan bir lamba olsun.
Bambular uzansın; gökyüzü, ruh evimizin çatısı olsun. Japonya’dan döndüm
geldim; mevsim değişti, insanlar değişti ama bambuların hışırtısını
hissediyorum halen kalbimde. Geceleri bir ormana dalıp, uyuyorum. Rüyalarımız;
yeryüzünde bir yerlere ait. Bu rüya; bu bambu ormanı gerçek. Hayal
edebildiğiniz kadar uzun bambular, hissettiğiniz kadar kuvvetli güneş ışığı,
duyduğunuz kadar güzel ormanın sesi.
Ağaçlara sarılma derneği kurmuştuk Ankara’da. Ben değil
tabii ki. Arkadaş sözcüğüne hakkını veren Rene kurmuştu. Delice sarılırdık
sevdiğimiz ağaçlara. İşte şimdi 5 yıl sonra yeniden buluştuk. Bu buluşmanın
özel anlarından birini de ağaçlara sarılma seansları oluşturmalıydı. Bambu
ormanı gezintimizi de bilerek almıştı Kyoto’yu ziyaret programımıza Rene. Biz;
bambuların arasından kıvrılan patika yolda öylesine gezinen ruhlar değildik.
Her adımda bunu hissediyordum ya; hayat istediği kadar serseri, istediği kadar
anlamsız, istediği kadar zalim ama bir o kadar da güzel olabilirdi. Hayat;
istediğini yapabilirdi. Uzun uzun, derin derin süzüldü bakışlarımız bambuların
arasına. Gökyüzünde kaybolduk kollarımızla. İstediğimiz kadar yukarıya çıktık.
Kyoto’da her ağaç daha bir kutsaldı diyeceğim ama bu herhangi bir ağaca
haksızlık olur. Ağaçlar; dünyanın her yerinde kutsallar.
Sonra bir durakta durduk. Durmak istemiyor insan; uçmak
istiyor. Bir dragon gökyüzüne iniyor. Trenler çizgi filmlerdeki kadar uçucu ve
sonsuz. Kalbin bir zili var; çalıyor ve çalıyor. Ve hep çalıyor. Arashiyama…
Sen nasıl bir yersin. İnsanın içindeki üstün güçleri ortaya çıkıyor. Gülümsemek
hiç bu kadar zevkli olmamıştı. Hiç bitmeyecek bir rüyanın içinde yürüyüp,
gidiyor insan. Evet, Rene,,, sarılabildiğimiz kadar çok ağaca sarılalım. Ve düş
kuralım; yeni ağaçlar, yeni kucaklaşmalar olsun dünyamızda. Olsun, olsun, çok olsun...diyorsun ve oluyor. Kyoto,
dopdolu. Birbirinden altın, birbirinden değerli tapınaklarda binlerce yıldır
edilen dualar çoktan kabul olmuş zaten. Ağaçları gözü gibi koruyor insanlar,
bahçeler uçsuz bucaksız. Uzaklarda sakin ve mutlu bir nehir akıyor. Hayat,
tıkır tıkır işliyor. Japonya'nın sorunu, sıkıntısı, bunalımı, tasası yok mu
diye çıkışası geliyor insanın. Evet, çıkışıyorum. Var tabii ama... Ama, ama ne
? Bu insanlar modern, bizim gibi geri kalmış toplumun anlamsız sıkıntılarını
yaşamıyorlar. Bu kez konuşan Jason. Nasıl ben bir Türksem, o da bir Güney
Afrikalı. Düzen arayışının hiç bitmediği bir coğrafyanın insanı benim gibi.
Onun ülkesinde de insanlar sokaktaki gelişigüzel bir çukura düşüp ölebiliyor.
Kimsenin çöpleri ayrıştırma; kağıtları, camları ayrı toplama gibi bir derdi
yok. Ama Japonlar... Yok, onların sıkıntıları bambaşka !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder