7 Kasım 2011 Pazartesi

Dziekuje (ÇİNKUYA) KARO.... Şimdi Varşova'dayız


Pardon da, bu bir saat rötar neyin de nesi.  Polonya Havayolları beni bir saat daha bekletti güzelim İstanbul’da. Nefis bir rüyanın içinde uyandım bile ama halen bekliyordum. Yanımda bir garip genç grup. Siz de mi Varşova’ya gidiyorsunuz. Yes... Türk Milli Hentbol Takımı. Şöyle uzaktan bir baktım, içlerinden biriyle hoş-beş ettim... Olur olur dedim, rüyalar gerçek olur. Bu takım şampiyon olur, ben de Varşova’ya giderim dedim.... Varşova’ya gitmek zaten başlı başına bir rüyaydı. Şu fani dünyada kurduğum en süper arkadaş grubumla bir yıl aradan sonra yeniden buluşacaktım.  (Bu, rüyanın birinci boyutu) Ötekisi; Varşova havalimanı büyük bir kaza yaşamış, trafiğe kapanmıştı... Tam da açıldığı gün, ben gidiyordum. Rötar vardı, karışıklık vardı ama uçacaktım işte. Ben en iyi uçmayı bilirim... 

Gerçekten telefon mesaj sesi bu. Bir kez daha kapamayı unutmuşum. Hep unuturum ve sonra utancımdan ölürüm. Yere inmek üzereydi uçak amaaaa bakmaz mıyım ben o mesaja.Uçakta mesajımı güzel güzel okudum. Grubumun Katalan kızı Cema, nerede olduğumu soruyordu. Onunla havalimanında buluşacaktık. Ama o da ne. Barselona uçağı sis yüzünden 300 km öteye, Kattowitz’e inmişti.  Ama o 300 km sonra 1 km’ye dönüştü. Bizim heyecanımız yüzünden elbet. Geldi, geldi ve hepimizle buluştu. Karo evdeydi zaten. Sabah buluştuğu Şona ile heyecandan ölmüşlerdi. Sonra ben kavuştum onlara, sonra Mara. Ve sonra Cema.... 

İlk yemek. Evet, çok önemli. Ne kadar sosis, salam, şinitzel, lahana salatası, sos varsa bulup buluşturmuşlar, koca bir tabak yapmışlar. İşte bir sosis-salam kültürü daha. Sosis, salama geçmeden hani bizim şu sızgıt et dediğimiz şey vardır ya, dondurmuşlar onu, ekmeğe sürmek için. Sonra  da turşuyla katık etmek için. Ve elbette insana anasından doğduğunu ve günün birinde toprak olup gideceğini hatırlatan votka mucizesi. Dert yok, keder yok. Yemek, içmek, gülmek ve aklınıza gelen şey var... Daha, daha, daha yok mu hayatımızda dediğimiz  türden.  Ama işte yeniden birlikteyiz. Hatta bu buluşmalarımızı gelenekselleştiriyoruz. Amerika, Barselona ve şimdi de Varşova.... Benim televizyon saçım, Karo’nun Polonyaca teşekkürü, Kattowitz’e inip bir Alman’la Varşova’ya gelmek zorunda kalan Cema’nın ‘açlıktan ölüyorum’ halleri ve Votka’nın en sıcak çeşitleri; ilk akşamın en nefis konu başlıkları diyeceğim ama hayır.... Dahası var. Gittik bir Karaoke’ye: Bu Polonyalılar şarkı manyağı. Söylerken kopuyorlar. Taaa içten, derinlerden söyledikleri yetmiyor, bir de etrafında gördükleri, buldukları herkese sarılıp, sevişiyorlar. Ve biz de şok olduğumuz bu durum için Public Sex dedik Cema’yla. Kısacık erkekler; upuzun, iri yarı, hatta at gibi kızlara bir merdiven basamağı çıkıp sarılıyor. İşte Polonya’nın sarsıldığı an: We’re the world,,, we’re the childrennnn.... Bu şarkıyı öyle söylediler ki, aşktan sarsıldı koca Karaoke salonu... Bizi gülmekten çılgına çeviren ikinci noktayı daha söyleyip, kapatayım bu blog faslını...: Dziekuje.. Çin-ku-yaaa..... Polonyaca teşekkür demek.. çince teşekkürün aynı  soundu... Karo, pek çince’yle ilgisini göremedi ama o da onun meselesi... Biz; teşekkür edip edip güldük işte.. ÇİNKUYA KARO......

Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...