3 Temmuz 2010 Cumartesi

Büyükelçi Jeffrey'den mektup var : Sevgili (m) Türkiye.. / Letter from Jeffrey: Dear Türkiye

Sanki ışıklar birden sönüverdi, o tarlamsı rezidans bahçesinde. Shakespeare'in ünlülerinden "Bir yaz gecesi rüyası" kıvamındaki kalabalıktan, coşkuyla-hüznün garip karışımını yansıtan caz melodilerinden, boyalı kadınlardan, traşlı erkeklerden nerdeyse eser kalmamıştı. Bir ben miydim şimdi; bir elinde kalem, ötekinde not defteriyle tarlanın ve gecenin ortasında kalan. Başımı sersemce sola çevirdim, Jeffrey'in pamuk kafasından fışkıran parlak ışığa çarpıldım. Evet, Büyükelçi James Jeffrey'di bu. Hadi ben sersem sersem 'check edecek' bir diplomat kalmış mıydı ortalıkta diye oradaydım da, o ne yapıyordu bu saatte. "Amerika'nın Bağımsızlık Günü, 4 Temmuz" resepsiyonu çoktan bitmişti demeye kalmadı, Jeffrey'i yanımda buldum. Ankara'daki son resepsiyonunda emeği geçen garson, hizmetçi, koruma görevlisi, yakın dostlar, kim varsa onlara tek tek teşekkür ediyordu.

Gecenin başındaki telaşlı 'merhaba' gitmiş yerini gülümseyen, sımsıcak bir 'merhaba'ya bırakmıştı. Herkese 'özenle veda' etmek istediğini anlattı tüm sevimliliğiyle. "Ortalıkta çok da kimse yok. Hadi bir kaçamak yapalım" havasında Türk ve Amerikan bayraklarının gururlu duruşuna mekan olan, salona doğru ilerledik. Anlaştık, o arada. Dikkatle izlediği blogum için özel birşeyler yapacaktı benimle. Türkçe. Evet yine Türkçe. Biz diplomasi muhabirleri aramızda onun Türkçesi için "Çok kasık. Zaman alıyor, çoğu zaman da anlaşılmıyor" eleştirisini şap diye ne kadar yapıştırırsak yapıştıralım, o Türkçe'siyle mutlu arkadaşlar, mutlu. Bırakın konuşsun.

Tamam tamam. İşte geliyorum asıl konuya. Bayrakların önüne geçtik. Benden kendisine bugüne kadar hiç sormadığım konularda sorular istedi. İsrail yok, PKK yok, Obama yok, Türk politikası yok. Ağlayacağım yarabbim. Başka soru, başka soru diye tutturdu. Peki öyleyse. Al sana ilk soru: Madem seviyorsun bu kadar çok Türkçe konuşmayı. Türkçe'de en çok sevdiğin sözcük nedir? Yanıt: SEVGiLi... O,,,Dear,, valla girdik sıcak konuya... O 'sevgili' dedi.. Ben, aptal aptal "Sevgilim" diye heyecanlandım... Ne diyor biliyor musunuz, Türkçe'nin bu sözcükleri için Jeffrey, ne diyor..."Çok ruhlu sözcükler, çok içten, çok samimi, çok derinlerden..." Allah, Allah,,, aşık mıdır, nedir bu adam? Geçelim başka soruya. "En sevdiğiniz Türk yemeği"... Jeffrey'in yanıtı: İmambayıldı.

Acıktık mı ne? Yemeği sonra yermişiz. Benim sorulara devam etmem gerekiyormuş. "En sevdiğiniz politikacı? Erdoğan, Gül ya da Kılıçdaroğlu?"... Çok diplomatik yanıt geliyor, çoook... "Tabii ki Atatürk" diyor Jeffrey. Dur dur, ben başka bir soru sorayım.... "Ben Türkiye dediğimde, aklınıza ilk ne gelir".... Yanıta bakın arkadaşlar: "Her köşesi cennet...".. Yorum yapamıyorum, başka soruya geçiyorum. "Türkiye'deki en iyi arkadaşınız kim?.." Jeffrey, bu noktada "Türkiye'de çok, çok arkadaşım var" diye içten içten gülüyor... Sabahları ilk okuduğu gazeteyi soruyorum sonra. "Hepsini, tek tek okuyorum" diyor ve ekliyor "Senin bloguna bayılıyorum"... Bu konuşmalar hep Türkçe arkadaşlar. Hadi bir Türkçe veda edin bakalım öyleyse, yeniden herkese...Etmez mi, ediyor... hem de has Türkçe. "Sizi hiç unutmayacağım..".. İyi de unutmayıp, ne yapacaksınız ? "Action isteriz, action" diye çırpınıyorum ben... Ankara'daki büyükelçilik görevinin ardından Bağdat'ta ABD'nin yeni büyükelçisi, bizim de yakın komşumuz olacağını heyecanla özetliyor o an. Diyor ki, diyor ki... "Yazacağım size... Mektup göndereceğim. Söyle başlayacağım söze.. Sevgili Hilal, Sevgili Türkiye..."

Gece bitti. Jeffrey gitti, ben gittim. Bu ne sevgi aaahh, bu ne ızdırappp... Dear Türkiye,, Sevgili (m) Türkiye...

4 yorum:

oludeniz dedi ki...

Seni kıskandığımı söyleyebilir miyim?:))

Adsız dedi ki...

KAROLINA KAWSKA....

Best journalist from Turkey I know!!!!:* - KAROLINA KAWSKA

Adsız dedi ki...

RENé EVERSON-VARNEY...

I love you blog too!

RENe EVERSON-VARNEY...

Adsız dedi ki...

VICTORIA O'CONNELL...

Hilal'cim - Ben de, senin bloguna bayılıyorum!!!!!

VICTORIA O'CONNELL...

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...