21 Haziran 2017 Çarşamba

Gerçek bir ressam ve doyumsuz tabloları: Derya Yıldız

Onun fırçayı tutuşu, renkleri tuvalle buluşturması bambaşkaydı. Onca ressamın içinde neden önce ona yöneldiğimi şimdi daha iyi kavramanın derin huzurunu yaşıyorum. Yaşayan, samimi bir hikaye vardı yüzünde. Gülümsemesinden geçmiş ve gelecek birlikte fışkırıyor, bugünü kavrayıp sağlamlaştırıyordu. Benim duyarlı, hisli ve ruhlu okurlarım size bir müjdem var: Gerçekten müthiş bir ruh uyumu yakaladığım ve sonrasında ellerinden çay içtiğim gerçek bir ressam ile tanıştım: Karşınızda, Derya Yıldız.



Pırıl pırıl bir kız çocuğu düşleyin şimdi. Sokağa çıkıyor, çamurdan heykeller yapıyor. Tebeşirlerle yollara, duvarlara resim yapıyor. Yalnızca düşlerini değil, gördüklerini ve hatta kokladıklarını ve hatta dokunduklarını resmediyor. İçinde, yaşayan bir ressam var. “Ressam olacağım” diyor ve oluyor. Hani engellerle, hani duvarlarla, hani eşitsizlik ve haksızlıklarla doludur ya hayat, onların bin türlüsünü yaşasa da, içindeki ressam çocuk büyüyor da büyüyor. Nedenini biliyorsunuz artık bunların, hayatı hep birlikte çözdük değil mi sevgili okurlar. Haydi gelin hep birlikte o güzel klişemizi tekrarlayalım: İsteyince oluyor.
Derya Yıldız öyle bir ressam ki, eğitimine bir nebze olsun katkıda bulunmayanlara inat, erken yaşta evlenme zorunda kalmaya inat, kendini kıskanan arkadaşlara, hocalara inat resim yapmaktan asla vazgeçmemiş bir ressam. Bana çay yapıp, hikayesini paylaştığı özel günümüzde şöyle diyor, “Bir ara bırakır gibi oldum resmi ama rüyalarımda gördüm, sonra kalktım yeniden fırçayı elime aldım. Resimsiz nefes alamayacağımı anladım.” Zaten çok yetenekli ve çok hırslı olursan daha çok engel çıkıyor hayatta karşına, çünkü bunları daha çok anlıyor ve farkediyorsun ve daha çok çalışıyorsun. Bu hikaye çoğunuza eminim tanıdık geliyordur. Gelsin. N’apıyoruz ? Vazgeçmiyoruz. Vazgeçmeyen bir ressam Derya Yıldız.  Yaşadıklarını, yeniden yaratarak tuvale yansıtan, düşlerini renklerde somutlaştıran bir ressam Derya Yıldız.

Uzun ya da kısa saçlı kadınlar, uzun ya da kısa etekli kadınlar var tablolarında. Saçları kadar kıyafetleri, kıyafetleri kadar çaldıkları enstrümanlar dikkat çekiyor. Kimi piyano başında, kimi uzaklara bakıp flüt çalıyor. Kısa mesafeler, büyük yakınlıklar var aralarında. Derya Yıldız’ın terzi annesinin bir zamanlar renkli kumaşlardan diktiği kabarık etekli elbiseler bu tablolardaki kadınlarda hayat buluyor. Sokakta oynanan seksek’lerin, komşu buluşmalarının, bahçelerdeki çocuk kaynaşmalarının melodileri vuruyor tablolara. Ve sonra ne mi oluyor sevgili okurlar. Derya Yıldız, “Mutlu oluyorum, mutluyum” diyor. Neden mi? Ona da şu yanıtı veriyor: “Çünkü çok yol katettim. Çocukluğumda kurduğum ressamlık hayallerimin peşinden giderken benden desteğini esirgeyenlere rağmen şimdi kendi ayakları üzerinde duran mutlu bir kadınım. Hayata bakış açım güçlendi.”
Ben de diyorum ki, toplumun hayata bakış açısının güçlenmesi şart. Zor gelebilir belki size ama önce sanattan başlayabilirsiniz. Bir Derya Yıldız tablosuna uzun uzun bakabilirsiniz. Derya’nın da bir tavsiyesi var topluma: Sanatçıya uzaylı gibi bakmaktan vazgeçebilirsiniz… Haydi sırayla yapalım. Size küçük bir-iki fotoğraf sunuyorum şimdi Derya’nın tablolarından. Onlara uzun uzun bakın. Ama dahasını yapmak da mümkün. O dünya güzeli kadınları evinize alın, en sevdiğiniz duvarınıza yerleştirin. Benim de böyle bir hedefim var. Birlikte yapalım, birlikte… 

5 Haziran 2017 Pazartesi

"Her duvar bir orijinali hakeder"

Başını kaldırıp göğe bakmanın ya da uzanıp da bir çiçeği dalında koklamanın anlamı bambaşkadır. Bambaşkadır, çünkü hayatın ta kendisidir o anlar. Görmeseniz de bilirsiniz mesela; bir rüzgar eser, burnunuzun direğini sızlatan bir özlem sarar ruhunuzu. Duymasanız da şarkı, müzik; bazen daha deli deli yürürsünüz, bir ritim sarmıştır ruhunuzu, olmadı dans edersiniz… Hadi hiç olmadı, hayaller kurarsınız. Hayatın en bambaşkası hayallerdir. Hayatın sihridir hayaller… Daha ötesi var mıdır? Bir gazeteci olarak yıllardır sorarım bu soruyu ve hep aynı yanıtı alırım hayattan: Sanat…
Çiçekten, böcekten hayallere, ordan da sanata nasıl sözü uzatarak getirdiysem, şimdi doğrudan sanatın göbeğine atlıyorum. Dizi dizi kırmızı kadife koltuklardan birinde oturuyorum. Elimde bir numara var; 142. Bir çan sesi var kulaklarda, beyaz eldivenli bir adam kürsüde. Kolları uzanıyor. Koltuklardaki kollardan biri kalkıyor, biri iniyor. “Satıyorum, sattım” sesi geliyor kürsüden, sonra ‘parayı veren düdüğü çalıyor’ görüntüsü gerçekleşiyor. “Ben en çok para verdim, aldım” gururlanmaları takılıyor gözüme. “Burda bir alışveriş mi var, her şey para mı, her biri bir duygu seli olan fırça darbelerinin ederi nedir, kime göre-neye göre” soruları o büyülü atmosferde dolaşırken ruhumda, bir ses ağır ağır fısıldıyor kulağıma: Ben fiyat bilmem, değer bilirim. Ama bu işin bir piyasası var elbet…
Sözü özellikle uzatıyorum, sanat adına uzatıyorum. O büyülü atmosfere sizi de çekmeye çalışıyorum. Yazın ilk müzadeyesi yapılıyor yorgun, bitkin Ankara’da. Bomba sesleriyle, bariyelerle, garip helikopter uçuşlarıyla son dönemde hep hüzün olan Ankara’da, insanların, özellikle de sanatseverlerin sokaktaki cıvıltılarına sizi de tanık etmeye çalışıyorum. Sanatın birleştirici gücünü siz de hissedin istiyorum. Bir umut, bir neşe değil bin tanesini buluyorum müzayedede. Sahi siz Ankaralılar, siz hiç müzayedeye gittiniz mi? Son dönem hangi ressamlara takılıyorsunuz? Desenden, suluboyadan, gravürden, pastelden ya da akrilikten hayallere daldınız mı?
Bilkent Sanat Sokağı’nda beyefendi bir küratör düzenliyor müzayedeleri: Rahmi Çöğendez. Benim Paris, Londra, Barselona, Tokyo, Moskova ya da ne bileyim New York sokaklarında gördüğüm en nefis sanat etkinliklerine taş çıkartacak cinste bir galeri işletiyor, müzayede düzenliyor ve sanatseverlerle birebir iletişim kuruyor. Olsun, yapsın… Ama beni çeken bir-iki cümlesini buraya özellikle yazmak istiyorum: Sınırları zorlayan özgün resimler peşinden koşun. Neden? Çünkü bu resimler size ‘bakmakla- görmek, görmekle-hissetmek’ arasındaki derin farkı doğrudan yaşatacak. Yaşadınız da ne olacak? Hayatın ta kendisi olacak… Çöğendez size Dali’nin neden Dali, Picasso’nun neden Picasso ya da Nuri İyem’in neden Nuri İyem, Mustafa Ayaz’ın neden Mustafa Ayaz olduğunu doğrudan anlatacak. Çünkü onlar hayallerle gerçekleri buluşturmuş, gerçeği bin yıl ötesine taşımış, geçmişi yoğurmuş ressamlar… Ve bu sınırları zorlayan özgün ressamların günümüzdeki temsilcileri Hikmet Çetinkaya, Adnan Turani, Şükran İstanbullu, Derya Yıldız, Adil Ocak, Suna Özkalan, Haluk Evitan…daha onlarcası,,, sizi bekliyor…. Bilkent Center’in içindeki Bilkent Sanat Sokağı’nda yaz müzayedelerinde sanat var…. İnanılır gibi değil ama gerçek: Alışveriş de sanat için… 2.Yaz Müzayedesi'ni de siz değerli ruhlu okurlarıma duyuruyorum: 10 Haziran Cumartesi... Çünkü, "Her duvar bir orijinali hakeder"...

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...