14 Mayıs 2012 Pazartesi

Urfa-Adıyaman.... Bir dahakine daha temiz !


 İnsanın resmen göğsü kabarıyor, gözleri yaşarıyor. Toprak ne kadar kutsalsa, insan emeği de o kadar kutsal. "Bizim barajımız var" dedirtiyor işte. Ben bu barajı düşünenleri de, planlayanları da, yapanları da, şimdi yönetip, çalışıp milyonlarca umudu yeşertenleri de öperim, o kadar: ATATÜRK BARAJI.

Çok tartıştık, çok; dünyanın kaçıncı büyük barajı diye? Ben ısrarlıyım, 8. büyük barajı diyorum. Türkiye'nin en büyük. Rakamların ne önemi var? Çok önemi var. Tüm Doğu, Güneydoğu, yok yok tüm Türkiye'yi besliyor bu baraj. Coştum, coşuyorum : ATAM, SEN ÇOK YAŞA.

Urfa'da çok tur attı ama onu da en çok Atatürk Barajı etkiledi. Gözlerinin içi gülüyordu. Tutku, saygı vardı bakışlarında. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Urfa-Adıyaman sınırındaki Atatürk Barajı'nda daha bir candan oldu, daha bir içten, daha bir sıcak. "Hadi gelin çocuklar, sizinle de çektirelim" dedi. Atladık hemen. İnsan böylesi anlarda sağındaki, solundaki, önündeki, arkasındaki herkese sarılmak istiyor. Sarılamadık Gül'le ama sarılmış kadar olduk. Bir daha ki sefere artık...



Bakın, iştahınız kabarsın hayata karşı. Güller bu kadar saf sarı olsun. Burda bir de lale ekilseymiş neler olurmuş acaba? Hayata aşkım depreşir, Atatürk Barajı'ndan çıkamazdım herhalde. Sağa sola ekilen çiçeklerden sadece sarı gülleri paylaşıyorum sizinle. Sadece sarı, sadece gül, sadece içten...

Sonra, Adıyaman yolunda karşınıza çıkan bu yeşil tarla. Atatürk Barajı'nın yarattığı kücük cennet bahçelerinden bir bölüm. Balıklar yıllarca suda. Balıklı Göl, hep gizemli. Hava yine sıcak. Urfa, yine sakin. Sokaklar, binalar, insanlar, zaman... Hepsi aynı yerde duruyor sanki. Ama dönüş yolunda yine aynı soru? Daha temiz olamaz mıydı buralar. Daha pırıl pırıl. Herşeyi doğadan beklemek haksızlık değil miydi? Bir daha gidişimde daha temiz bir Urfa bekliyorum, o kadar. Daha temiz....


                                       


Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...