Ankara’da
görmeyen kalmadı, kaldıysa da bir süre ağır mutsuzluk yaşayacak. Tabii, derin
derin bakabiliyorsa gökyüzüne, kuşların sesinden, okul bahçelerindeki çocuk
cıvıltısından rahatsız olmuyorsa. Hayatın sesine, rengine kulağını ya da gözünü
değil de kalbini kabartabiliyorsa. Görmediysen mutsuz ol, mutsuzluğunu yaşa ama
bir süre sonra mutluluk trenine yeniden bineceksin kentim insanı. İstasyonu
şimdiden söylüyorum sana: Bilkent Sanat Sokağı. Haydi sana bir iyilik yapıp,
tarih de vereyim: 25 Mart, Büyük Müzayede. Saat:16.00
Görenler gördü, hepsi de çok şaşırdı. 4. Ankara Çağdaş Sanat Fuarı’na gelenler Ankara’yı bir Londra, bir Roma sandı. “Paris’te miyiz, Viyana’da mıyız” diye soranlar oldu. Genelde garip polisiye gelişmelerin yaşandığı Ankara’da sanat bir adım öne geçti. Sen duydun mu hiç kentim insanı, Ankara insanı. Sessiz müzayede düzenlendi. Sanatseverler geldi RC Galeri’nin açtığı standa, duvarlardaki tablolara kendince fiyat biçti. O tablolar, kendisini en çok beğenenlerin oldu. Küratör Rahmi Çöğendez, “Bizi izlemeye devam edin” havasında dolaştı, sanat adına adım atmaktan vazgeçmeyeceğini gösterdi herkese. Kime anlatsam, kiminle konuşsam derinliğinden, hoşluğundan etkilenen bütün güzel insanlar, ressam Şükran İstanbullu’nun insana insanlığını hatırlatan tablolarıyla buluştu. İstanbullu “Ankara’nın sanata bu güzel ve derin ilgisi sanatçıya can veriyor, gözlerim mutluluktan coşuyor” dedikçe, tabloların arasında gezinen anlamlı kalabalığın sayısı arttı. Heykeller uzandı gökyüzüne, Nazım Hikmet portresi çizen ressamı Ankara insanı saatlerce izledi.
New York’ta
yirmi yıl yaşadıktan sonra İstanbul’a gelen, sonrasında İstanbul’un abidik
gubidik hallerinden sıkılan ve kendini Alaçatı’ya atan dünyaca ünlü ressam
Ertuğrul Ateş, Ankaralının sanata ilgisini seyrettikçe “İşte bu ilgi, sanatın
ta kendisi” dedi. Ben onun kocaman, dünyaya meydan okuyan tabloları arasında
gezinirken kendimi gururla gülümserken yakaladım. Ateş beyefendi koluma
dokundu, bana popüler kültürün yarattığı sanat dayatmalarına nasıl karşı
durduğunu anlattı. Sanatta da çarpışma vardı benim hisli okurum. Çarpışmaların en
narini, en incesi. Kendimi alamayıp, tutamayıp her defasında Şehriyar Cem
tablolarının karşısına geçtim. Soyut diye nitelediğimiz o tablolarda aslında
içimizdeki somut fırtınaları hissettim.
Ankara’nın
saçma sapan yapılaşmasına, saçma beton yığınlarına nefis eleştirilerin
yöneltildiği, özlenen pastane tatlarına, bozalarına göndermelerin yapıldığı
küçük ama büyük bir Ankara sergisi de ilgi odağı oldu 4. Ankara Çağdaş Sanat
Fuarı’nda. Dünyanın her yerinden kalkmış, kocaman ressamlar Ankara’ya gelmişti.
Kentim insanı da sokağa çıkmıştı. Fuarın her köşesinden sanat dolu sürprizler
fışkırıyordu. Yapanın, edenin ellerine sağlık. Demek ki bambaşka bir Ankara
mümkün. Yaşasın sanat.
Bir küçük not: Yepyeni bir ressam keşfettim. Karahindibaları üfleyen çocukluğumuzu hatırlatan yumuşacık tabloları sayesinde birçok sanatseverin çocukluğuna yolculuk yaptığını gözlemledim. Mutlu olmak güzeldi, sanat güzeldi. Bambaşka bir Ankara mümkün demiştim ya. Haydi bir de şöyle diyeyim: Ankara’ya sanat da yakışıyor. Çok yakışıyor.