Bunu herkesin hissettiğine eminim artık. Herkes kendini
bazen çok yalnız hissediyor. Hatta bırakılmış, unutulmuş. Sonra herkes yine de
yolun bir yerinden yürüme derdinde. Her ne olursa olsun ilerleme peşinde. Bu
yalnızlık duygusuyla başa çıkmak için türlü türlü oyunlar geliştiriyor içinde.
Neye sarsam, neye sarsam? Benim müthiş bir kariyerim var. Ben mühim bir
insanım. Ben oldum hatta. Durmam yanlış, kim unutmuşsa beni allah onun cezasını
verdim. Ben kararlıyım, ilerleyeceğim. Okuyorum ben. Kitaplarım var. Hatta
nefis dergiler alıyorum parama kıyıp. Parama kıyıp, gözüme takılan ilginç
insanlara doğru da ilerlemişliğim var. Bazen hiç oyun yok. Evet, bu yalnızlık
yaşanacak. Çok güzel yaprakların kıpır kıpır hallerini seyretmek. Bulutlar
kayıyor. Uzaktan derin derin köpek sesleri geliyor. İşine gücüne dalıyorsun,
zaman kayıyor. Neye kızdığını, kime kırıldığını hatırlamıyorsun. Bir saat
çalışıyor içinde. Sabah uyanma telaşı, yürüyüp de ruhu arındırma heyecanı.
Belki bir rüyadan uyanırsın. Durup durup düşünürsün hatırlarsan. Hatırlarsan
şanslısın. Geçmişten gelen tanıdık bir sese anlamlı anlamlı kulak kabartırsın.
Evet neydi. Yalnızlık da neydi? Bir zaman akışıysa ömür tüketmek, bir kuş
havalanışında unutursun gidersin yalnızlığını.
Ama bazen büyük oynayanları görüyorsun. Elleri, kolları
sağlam diyorsun. Sen demi öyle olsan. Yalnızlık da neymiş diye burun kıvırsan.
Yapamazsın ki. Elleri sağlam, ruhları yıkık gibi görüyorsun. Yıkık mı
gerçekten, yıkık. Sağlam yıkık. Oysa, bazen bazen, çok bazen yalnızlık
depremleri yaşamış ruhlar, bedenler o kadar yıkık değil. Niye ölçelim ki, ne
gerek var. Ama şöyle, bazen yalnız olanlarla, yalnızlığa karşı zafer kazanmış
kibriyle gezenleri bir ayıralım. Şu yüzden ayıralım. Bu kibir kötü bir şey.
Bana ne olacak ki çıkmazı, çok çıkmaz. Hiç tutar yeri yok. Kaç burdan kaç. Git,
yalnızlığını yaşa. Git, üzül. Git, kendinle başbaşa kal. Akıl vermenin ne denli
komik olduğunu insan bu noktada anlıyor. Burası çok ilginç. Kendi kendine akıl
vermek. Nerden buldun da veriyorsun diye soruyor akıl. Buldun madem, niye
veresin kendine. İçine yerleş. Bu akıl verme işi bitmiyor. Dile de yerleşmiş,
ruha da. Kıssadan hisse: Neyse o. Ne yaşadıysan o.
Şimdi en ince ayrıntısına kadar, en tazesinden bir yalnızlık
anı. Sabahın en taze saatleri, bir nefes sesi var kulaklarda. Kim bu? Nefesinle
böyle yakın olmak, kendine doğru yürümek kadar gizemli aslında. Yürüyor musun,
yürüyorsun. Ayak uçlarında. Uyandırma nefesini. Bu kadar sessiz nasıl
gelebildi bu serinlik buraya. Her yerini açmış güneş, ışıktan herkese pay
vermiş. Sen nerdesin? Yoksun ki sen. Kim duysun senin ayak sesini. Rüyanda
büyümüştü belki ellerin, ayakların. Kocaman insan olmuştun. Ama bak yine
küçüldün işte. Gökyüzü açılırken, bir yaprak yeşili kendini güneşe bırakırken,
bir kuş sesi tüm dünyayı kaplarken senin sesin çıkmıyor. Senin senin ne zaman
çıkacak biliyor musun? Biliyorsun. Nefesim nerde diye soracaksın hatta. Bir
adım ilerde, sen de yaprak yeşiline daldığında, gölgenin uzayıp gitmesine
aldırmadığında, bir kuş muydu, iki kuş mu diye saymadığında. Kuş olduğunda. Kuş
olduğunda…