13 Mayıs 2018 Pazar

Yalnızsın



Bunu herkesin hissettiğine eminim artık. Herkes kendini bazen çok yalnız hissediyor. Hatta bırakılmış, unutulmuş. Sonra herkes yine de yolun bir yerinden yürüme derdinde. Her ne olursa olsun ilerleme peşinde. Bu yalnızlık duygusuyla başa çıkmak için türlü türlü oyunlar geliştiriyor içinde. Neye sarsam, neye sarsam? Benim müthiş bir kariyerim var. Ben mühim bir insanım. Ben oldum hatta. Durmam yanlış, kim unutmuşsa beni allah onun cezasını verdim. Ben kararlıyım, ilerleyeceğim. Okuyorum ben. Kitaplarım var. Hatta nefis dergiler alıyorum parama kıyıp. Parama kıyıp, gözüme takılan ilginç insanlara doğru da ilerlemişliğim var. Bazen hiç oyun yok. Evet, bu yalnızlık yaşanacak. Çok güzel yaprakların kıpır kıpır hallerini seyretmek. Bulutlar kayıyor. Uzaktan derin derin köpek sesleri geliyor. İşine gücüne dalıyorsun, zaman kayıyor. Neye kızdığını, kime kırıldığını hatırlamıyorsun. Bir saat çalışıyor içinde. Sabah uyanma telaşı, yürüyüp de ruhu arındırma heyecanı. Belki bir rüyadan uyanırsın. Durup durup düşünürsün hatırlarsan. Hatırlarsan şanslısın. Geçmişten gelen tanıdık bir sese anlamlı anlamlı kulak kabartırsın. Evet neydi. Yalnızlık da neydi? Bir zaman akışıysa ömür tüketmek, bir kuş havalanışında unutursun gidersin yalnızlığını.

Ama bazen büyük oynayanları görüyorsun. Elleri, kolları sağlam diyorsun. Sen demi öyle olsan. Yalnızlık da neymiş diye burun kıvırsan. Yapamazsın ki. Elleri sağlam, ruhları yıkık gibi görüyorsun. Yıkık mı gerçekten, yıkık. Sağlam yıkık. Oysa, bazen bazen, çok bazen yalnızlık depremleri yaşamış ruhlar, bedenler o kadar yıkık değil. Niye ölçelim ki, ne gerek var. Ama şöyle, bazen yalnız olanlarla, yalnızlığa karşı zafer kazanmış kibriyle gezenleri bir ayıralım. Şu yüzden ayıralım. Bu kibir kötü bir şey. Bana ne olacak ki çıkmazı, çok çıkmaz. Hiç tutar yeri yok. Kaç burdan kaç. Git, yalnızlığını yaşa. Git, üzül. Git, kendinle başbaşa kal. Akıl vermenin ne denli komik olduğunu insan bu noktada anlıyor. Burası çok ilginç. Kendi kendine akıl vermek. Nerden buldun da veriyorsun diye soruyor akıl. Buldun madem, niye veresin kendine. İçine yerleş. Bu akıl verme işi bitmiyor. Dile de yerleşmiş, ruha da. Kıssadan hisse: Neyse o. Ne yaşadıysan o.

Şimdi en ince ayrıntısına kadar, en tazesinden bir yalnızlık anı. Sabahın en taze saatleri, bir nefes sesi var kulaklarda. Kim bu? Nefesinle böyle yakın olmak, kendine doğru yürümek kadar gizemli aslında. Yürüyor musun, yürüyorsun. Ayak uçlarında. Uyandırma nefesini. Bu kadar sessiz nasıl gelebildi bu serinlik buraya. Her yerini açmış güneş, ışıktan herkese pay vermiş. Sen nerdesin? Yoksun ki sen. Kim duysun senin ayak sesini. Rüyanda büyümüştü belki ellerin, ayakların. Kocaman insan olmuştun. Ama bak yine küçüldün işte. Gökyüzü açılırken, bir yaprak yeşili kendini güneşe bırakırken, bir kuş sesi tüm dünyayı kaplarken senin sesin çıkmıyor. Senin senin ne zaman çıkacak biliyor musun? Biliyorsun. Nefesim nerde diye soracaksın hatta. Bir adım ilerde, sen de yaprak yeşiline daldığında, gölgenin uzayıp gitmesine aldırmadığında, bir kuş muydu, iki kuş mu diye saymadığında. Kuş olduğunda. Kuş olduğunda…


20 Mart 2018 Salı

Bambaşka bir Ankara mümkün


Ankara’da görmeyen kalmadı, kaldıysa da bir süre ağır mutsuzluk yaşayacak. Tabii, derin derin bakabiliyorsa gökyüzüne, kuşların sesinden, okul bahçelerindeki çocuk cıvıltısından rahatsız olmuyorsa. Hayatın sesine, rengine kulağını ya da gözünü değil de kalbini kabartabiliyorsa. Görmediysen mutsuz ol, mutsuzluğunu yaşa ama bir süre sonra mutluluk trenine yeniden bineceksin kentim insanı. İstasyonu şimdiden söylüyorum sana: Bilkent Sanat Sokağı. Haydi sana bir iyilik yapıp, tarih de vereyim: 25 Mart, Büyük Müzayede. Saat:16.00

Görenler gördü, hepsi de çok şaşırdı. 4. Ankara Çağdaş Sanat Fuarı’na gelenler Ankara’yı bir Londra, bir Roma sandı. “Paris’te miyiz, Viyana’da mıyız” diye soranlar oldu. Genelde garip polisiye gelişmelerin yaşandığı Ankara’da sanat bir adım öne geçti. Sen duydun mu hiç kentim insanı, Ankara insanı. Sessiz müzayede düzenlendi. Sanatseverler geldi RC Galeri’nin açtığı standa, duvarlardaki tablolara kendince fiyat biçti. O tablolar, kendisini en çok beğenenlerin oldu. Küratör Rahmi Çöğendez, “Bizi izlemeye devam edin” havasında dolaştı, sanat adına adım atmaktan vazgeçmeyeceğini gösterdi herkese. Kime anlatsam, kiminle konuşsam derinliğinden, hoşluğundan etkilenen bütün güzel insanlar, ressam Şükran İstanbullu’nun insana insanlığını hatırlatan tablolarıyla buluştu. İstanbullu “Ankara’nın sanata bu güzel ve derin ilgisi sanatçıya can veriyor, gözlerim mutluluktan coşuyor” dedikçe, tabloların arasında gezinen anlamlı kalabalığın sayısı arttı. Heykeller uzandı gökyüzüne, Nazım Hikmet portresi çizen ressamı Ankara insanı saatlerce izledi. 

New York’ta yirmi yıl yaşadıktan sonra İstanbul’a gelen, sonrasında İstanbul’un abidik gubidik hallerinden sıkılan ve kendini Alaçatı’ya atan dünyaca ünlü ressam Ertuğrul Ateş, Ankaralının sanata ilgisini seyrettikçe “İşte bu ilgi, sanatın ta kendisi” dedi. Ben onun kocaman, dünyaya meydan okuyan tabloları arasında gezinirken kendimi gururla gülümserken yakaladım. Ateş beyefendi koluma dokundu, bana popüler kültürün yarattığı sanat dayatmalarına nasıl karşı durduğunu anlattı. Sanatta da çarpışma vardı benim hisli okurum. Çarpışmaların en narini, en incesi. Kendimi alamayıp, tutamayıp her defasında Şehriyar Cem tablolarının karşısına geçtim. Soyut diye nitelediğimiz o tablolarda aslında içimizdeki somut fırtınaları hissettim.
Ankara’nın saçma sapan yapılaşmasına, saçma beton yığınlarına nefis eleştirilerin yöneltildiği, özlenen pastane tatlarına, bozalarına göndermelerin yapıldığı küçük ama büyük bir Ankara sergisi de ilgi odağı oldu 4. Ankara Çağdaş Sanat Fuarı’nda. Dünyanın her yerinden kalkmış, kocaman ressamlar Ankara’ya gelmişti. Kentim insanı da sokağa çıkmıştı. Fuarın her köşesinden sanat dolu sürprizler fışkırıyordu. Yapanın, edenin ellerine sağlık. Demek ki bambaşka bir Ankara mümkün. Yaşasın sanat.

Bir küçük not: Yepyeni bir ressam keşfettim. Karahindibaları üfleyen çocukluğumuzu hatırlatan yumuşacık tabloları sayesinde birçok sanatseverin çocukluğuna yolculuk yaptığını gözlemledim. Mutlu olmak güzeldi, sanat güzeldi. Bambaşka bir Ankara mümkün demiştim ya. Haydi bir de şöyle diyeyim: Ankara’ya sanat da yakışıyor. Çok yakışıyor.

Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...