Şimdi bir kelebek pırpırına, derin bir leylak kokusuna,
sahilde kendiliğinden ilerleyen ayak izlerine çok daha fazla ihtiyacım var.
Yaşama tutunmaya çalışıyorum. Bana garip kayıplar yaşatan hayatın kollarına
atlamak için zorluyorum kendimi. Her seferinde yeniden doğmak, yeniden
ilerlemek ne kadar ağır gelse de, derin bir elvedanın üstüne derin uykulardan
uyanmak istiyorum. Gerçeklere tutunuyorum: Ölüm de, bir bulut kadar gerçek.
Ölüm de, bir kahve içimi kadar yakın. Ve hayat da, en güzelinden klişenin:
Devam ediyor. Öyleyse kelebekler daha hızlı pırlamalı, bulutlar kucaklaşmalı,
ağaçlar gülümsemeli…
Sevgili okur, sen nasılsın bilmiyorum ama bu yazıya biraz kendi ruh iklimimden küçük bir alıntıyla giriş yapmak istedim. Seni bunaltmayacağım korkma. En esaslısından, hayat dolu bir kadın ressamla karşındayım. Mutsuzluğun kol gezdiği Ankara’da, sadece kendini mutlu etmekle kalmayıp, hayat enerjisini neredeyse tüm dünyaya göndermeyi başaran bir ressamla tanıştığım için şanslıyım. Evet, kıskanılacak derecede şanslıyım. Ama bunu okuyorsun ya, işte o şans sana da bulaşacak. Ben ne diyorsam, o ! Hem bu güzel ruhlu ressamımızın tablolarında şansın büyük yeri var. Gizemli, gizemli konuşmayı bırakıyorum. Sana bir Şükran İstanbullu şansı gönderiyorum, hisli okurum…
Tablolarda şans, uğur, bereket ete, kemiğe bürünüyor dersem
yeridir. Çünkü Şükran İstanbullu, duygularını renklerle buluşturup, kendine has
fırça darbeleriyle sanatsevere gönlünün en derin yerinden ikram ediyor. Kolay
mı duyguları resme dökmek? Hani bana yazıya dökmemi söyleseler, bir çırpıda
yaparım ama resim? İşte onu yapıyor. Peki nasıl? “Çünkü ben gönül fırçamla
çalışıyorum” Hey, hey, hey… İstanbullu’nun bu cümlesinin altını çizin bir saat
düşünün mesela. Gönülden ne iş yapıyorsunuz şu fani hayatta? Gönülden ne
yaptınız da, mutluluğa eriştiniz? Gönülden ne yaptınız da, şans size gülmedi?
Düşünün…
Evrenin ruhuna girmeyi başarmış Şükran İstanbullu’nun beni çarpan bir mesajını daha gururla paylaşıyorum burda: Sanat, halka ulaştığında sanat. Hadi gelin birlikte düşünelim bu mesaj üstünde. Ekmek ve özgürlük kaygısından bir türlü kurtulamamış sevgili halkımız, sokaklarda sanatın peşine düşüyor mesala. Bir sinema koltuğunda oturuyor, bir metroya biniyor. Sonra bir sokak sergisinden küçük tablolar alıyor. Neden olmasın? Olsun. Ama nasıl olacak? Hayatla kavga etmekten bir türlü yorulmamış bu ülkede halk için daha çok insanın siyaset değil fedakarlık yapması gerekiyor. Halkı sömürmesi değil, halka güzeli göstermesi gerekiyor. Ülkenin sanatçısı da, tamam tamam kendimi de söylüyorum, gazetecisi de fedakarlık yapacak. Şükran İstanbullu derin derin gözlerimin içine bakıyor şimdi. Beni kucaklıyor. Bunu şimdi yazıyla buluştuğum anda yeniden hissetmek ayrıca bir hoş.
Onunla gurur duydum. Çalışkan, yetenekli, duygusal ve sevgi
dolu bir Türk kadın ressam. O güzelim tablolarını Almanya’ya, Washington’a,
Kanada’ya gönderiyor. Bunları dinlerken göğsüm kabarıyor. Her tablo gözümde
yeryüzünden bir büyük parçaya dönüşüyor. Başarılı kadınlarla konuşmak en büyük
keyiflerimden. İstanbullu, duyguların ressamı.
Bunu görmek, hissetmek içimdeki fırtınaları sakinleştiriyor.
Şimdi özetler: Siz hiç Şükran İstanbullu şans’ı yakaladınız
mı? Gidin, bir İstanbullu tablosuna derin derin bakın. O tablonun adı boşuna
şans ya da bereket ya da kelebek olmadı. Duygulara yolculuk, o tabloda başladı.