19 Mart 2017 Pazar

Makarnaya ruh katmışlar Abidin !

Şimdi size bir kıyak geçeceğim. Hem ruhunuz hem de karnınız doyacak. Üstüne nefis bir kahve içebilirsiniz ya da benim yaptığım gibi sufle yersiniz. Tercihi size bırakıyorum.

Ruh doyar mı, doyar. Salak salak markaların peşinde koşmuyor, hava atacağım diye elinizde aptal kahve bardaklarıyla dolaşmıyor, cilalı iki laf edip de cümlelerin içini boş bırakmıyorsanız ruhunuzu beslemeyi birazcık olsun biliyorsunuzdur. İç sesinize, önsezilerinize ve elbette ki birikiminize güvenin. Aynaya bakın ve kendinizi görün. Sesleri, ritimleri, kokuları takip edin. Unutmayın; hayat kısa, kuşlar uçuyor.

8 yaşından beri makarna yapan bir adamla tanıştım. Profesyonel futbolcu olabilirmiş ama hayat ona hep ‘makarna’yı işaret etmiş. Makarna işinde öyle bir kariyer yapmış ki; bugün bir yandan Ankara’nın en nefis makarna evi Niyokki Makarna’yı işletiyor, bir yandan hayatının kitabını yazıyor, bir yandan Hacettepe, ODTÜ, Bilkent ve daha onlarca üniversiteden yüzlerce öğrenciye gastronomi dersleri veriyor. Bu dersler hem de onun kendi dükkanında oluyor. Nasıl, ruhunuzu birazcık olsun beslemeyi biliyorum değil mi? Sevgili okurlarım, size reklamın kraliçesini yapacağım. Özüyle, sözüyle enfes bir reklam. Neden mi?  Aldığım haber kokusunu takip ettim. Ortaya size anlatacağım nefis bir yaşam öyküsü çıktı. Bu öyküyü gidip de adresinde siz de yaşayabilirsiniz. Boşuna demedim: Hem ruhunuz hem karnınız doyacak.

Ufuk Bıyık. Niyokki Doğal Makarna Evi’nin sahibi. Her şeyiyle ona ait bir mekan ve her şeyiyle her ziyaretçisini çarpan bir mekan. Ufuk Bıyık beyefendinin deyimiyle “Hem bir fabrika hem bir restoran hem de bir market”. Yıllık makarna tüketiminin kişi başına 2-3 kilogram olduğu Türkiye’de obezite oranı yüzde 50’nin üzerindeyken, yıllık makarna tüketiminin 50-60 kilogram olduğu Avrupa’da obezite oranı yüzde 1. Doktor, bu ne? Bugüne kadar yediklerimiz makarna değil de ondan. Hepsi yaramaz, hepsi yaramaz. Size bir bilgi daha: Dünyadaki en iyi durum buğdayı Kanada’da ve Türkiye’de. Bu durum buğdayı kullanılsa makarnalar için, o kadar kilo almayacağız yani. Durum buğdayı o kadar sağlıklı esasen. Ama biz Türkler, var biz doğal olamamak. Kaynaklarımızın kadrini, kıymetini bilememek. Ufuk Bey ise durum buğdayından un kullanıyor. Semolina unu. Öğrenin bunları, yoksa çok şey kaybedersiniz. Semolina unu da, kilo yapmıyor arkadaşlar. Besliyor ve mutlu ediyor. Ufuk Bey alıyor bu semolina ununu, pancar ya da ıspanak örneğin, sebzelerin suyuyla karıştırıyor. Pancarın ya da ıspanağın aroması değil de vitamini geçiyor makarnaya. Un oluyor, lezzet hamuru. Sonra o hamur, özel makinelerde kesiliyor, doğranıyor ve rengarenk, taze taze makarnalar çıkıyor ortaya.

Şimdi siz gittiniz diyelim Niyokki Doğal Makarna Evi’ne. Sipariş verdiniz; 3 renk, 5 peynirli tortelloni ya da Sibyeli Ravyoli ya da Porçini mantarlı tortelloni. İşte o an, makarna hamurunuz sizin için özel yapılıyor. Her şey bir anda oluyor. Ufuk Bey’in dükkanında yarattığı büyü, makarnaya nüksediyor. Özel soslar hazırlanıyor bir anda. Her şey bir anda oluyor. Durum buğdayı kana karışmıyor, karbonhidrat ve protein olarak size geri dönüyor. Hem doyuyorsunuz hem de Akdeniz diyeti yapıyorsunuz mesela. Et dolgulu güveçte tortelloni yiyebilirsiniz mesela. Ya da; makarna kebap, makarna döner. Geleneksel Türk lezzetleri, İtalyan mutfağıyla birleşiyor ve sizi çepeçevre sarmalıyor. Makarnanın olmazsa olmazı fesleğen ve parmesan sizi her türlü esir alıyor. Teslim olun, mutlu olun. Karşınızda 650 çeşit makarna yapmış, makarna kariyerinin ilk basamaklarında evde 300 bin makarna denemiş bir adamın yarattığı makarna evi var. Türküz, gururluyuz, yedik mi iyi yeriz. Niyokki Doğal Makarna Evi’nden makarna da, sos da alıp, evinize de götürebilirsiniz. Bakın işte, mutluluk paylaşınca çoğalıyor. İşine ruhunu katan insanların izinden gidiyoruz değil mi ey okur. Gidelim ve ruhumuzu besleyelim. Makarnamızı da güzelce yiyelim. Niyokki Doğal Makarna Evi’nin Bilkent Station’da olduğunu belirtmek isterim. Afiyet olsun. 

7 Mart 2017 Salı

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir sersemlik hali. Sabah alınan kararlardan akşamları vazgeçilebiliyor. Akşamları kurulan yepyeni dünyalar, sabahları yıkılabiliyor. Neye ihtiyacımız olduğunu sorgulayacağımız insan sayısı artacak yerde, eksiliyor. Hep bir terslik var. Çıkmazlara, açmazlara uzanıyor yıpranmış sokaklar. Nerde bu huzur, nerde bu neşe? Nerde?




Sonra birden; biraz zaman, biraz mekan değişiyor. Çok uzaklar değil burası, çok yabancı sarmamış etrafı. Maviyle yeşil kardeş kardeş takılıyor hayatın içinde. Sorular bir bir cevap buluyor sihirlice. Gökyüzüne sarılıyorsun yürüdükçe. Saat gibi işleyen, her saniyesinden yaşam fışkıran bir şehir. İşte o an, işte o an: Anı yaşamak dedikleri his kaplıyor her yanını. Ağaçlar fısıldıyor kulaklarına. Gümbür gümbür bir sakinlik, kucağına aldığın bir huzur… Ne güzel duygusun sen yaşamak, ne güzel…
Daha milyon satır edebiyat patlatabilirim. Huzurun içinden geliyorum. Size ‘anda kalmanın’ ne olduğunu anlatabilirim. Sessizce dinleyin. Dinleyin ki, öğrenin. Dinleyin ki, yollara düşün. Dinleyin ki, huzura erin. Durdurun dünyayı, Göynük’te inin. Bolu’nun hazinesi, bir tanesi Göynük’ten söz ediyorum. CittaSlow burası. Türkçesi; sakin şehir. Dünyada 30 ülkeden, 230 kent böyle. Hayatın her saniyesinden zevk alınması gerektiğini savunan CittaSlow hareketi, kent kimliğini korumak ve insanları daha sosyal, dünya için daha anlamlı kılmak için çalışıyor. Bu amaçla sakinliği, huzuru, güzelliği, doğayı, içtenliği savunuyor. İşte, o an : Göynük de böyle bir kent. Doyumsuz anların zamanı. Köklü zamanların doyumsuz anları. Dünyada CittaSlow, yani sakin kent olarak tescillenmiş kentlerden biri. Gururluyuz, güçlüyüz. Geçin bunları, geçin.. Sakiniz. Oh sakiniz, yaşasın sakiniz.

Göynük’ün ‘sakin kent’ olarak tescillenmesinde emeği geçen herkese saygılarımı sunmak istiyorum burada. Belediye Başkanı Kemal Kazan, “Biz bu kentten umutluyuz, biz hayattan umutluyuz, biz memleketimizi seviyoruz” derken yüreğimizin en güzel noktalarına dokunuyor. İpekyolu Belediyeler Birliği Müdürü Sibel Bozdağcı hanımefendinin gözlerinin içi parlıyor Göynük’ten söz ederken. Her cümlesinden zarafet fışkıran bu hanımefendinin Türk belediyeciliğine büyük katkılarını tarih de mutlaka altın harflerle yazacaktır.
Şimdi mesela, n’olmuş da sakin kent olmuş Göynük? Osmanlı mimarisinin ve tarihinin soluğunu hissettiğiniz sokaklarda yürürken, tarihin sayfalarını merakla karıştırabiliyorsunuz. Hummalı bir restorasyonun dingin meyveleri var etrafta. Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin Hazretleri’nin türbesinin dibindeki 750 yıllık Süleyman Paşa Hamamı’ndaki restorasyon bir an önce bitsin, gidip yıkanalım orda. Rüyası bile çok büyülü. Çeşmelerden sular akıyor, çınarlar yükseliyor sağlı sollu. Kadınlar var, kadınlar her yerde. Kimi tezgahta tokalı oya dokuyor (tokalı oya da tescilli) kimi kabak tatlısı yapıyor. Tatlı yiyeceğim önce. Oklava böreği, tahinli ve kabak olsun aynı tabakta. Karadut şurubu getirsinler sofraya. O da geliyor nitekim. Güveçte sarmayı ve keşli, cevizli mantıyı çok anlatmak istemiyorum. Yiyorum. Siz de gidip, afiyetle yiyin. Doyumsuz bir an, keyifli bir zaman olsun…





Göynük ne demek biliyor musunuz? Ateşin yandığı yer. Yanmış, olmuş, olgunlaşmış. Bir kent kendine gelmiş. Bir kent aşık olmuş, bir kent aşkı yaşamış. Frigyalılar, Doğu Roma insanları, Bizans, Osmanlı ve sonrası Türkiye. Kültür coşmuş, kültür olgunlaşmış. Türkiye’nin doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi. Peki ya ortası ? Tam ortası Göynük. Kültürüyle, iklimiyle tam ortası. Milli park olmuş Sünnet Gölü ve çevresi. Bir de Çubuk Gölü var. Gölde çay, gölde kahve, gölde huzur… Sakin bir hafta sonuna, sakin bir kente ihtiyacı olan yurdum insanı. Burnunuzun tam dibinde. Ankara’ya da, İstanbul’a da 2 buçuk saatlik mesafedeki Göynük’e bir gidin gelin de, ruhunuz canlansın. Yüreğinizdeki tozlar gitsin. İçiniz havalansın. Hani bir his rehberidir ya benim blogum; Hilal’in blogu. İşte size bir rota daha: Güzel Göynük, içi dışı güzel Göynük.



Öne Çıkan Yayın

Aradığınız sakinliğin adresini veriyorum : Göynük

Kaçıp, gitme dürtüsünün içimizi günde milyon kez yokladığı, dahası içimizi zonklattığı dönemler bunlar. Hep bir mayhoşluk, hep bir serse...